Genel Başkan TBMM Grup Konuşmaları 02.02.2010

-'' NE YAPIYORLAR? GEÇMİŞİ BİRLİKTE Mİ SUÇLAYACAĞIZ, YOKSA BEN TEK TARAFLI SUÇLAYACAĞIM, SEN BUNU  ANLAYIŞLA KARŞILAYACAKSIN MUTABAKATI MI YAPMAYA ÇALIŞIYORLAR?''

-''BİR İNSANIN KENDİSİNİN YARGILANIP MAHKUM OLDUĞU BİR DAVADA GİZLİ TANIK OLARAK KABUL EDİLMESİ HANGİNİZİN HUKUK MANTIĞI VE VİCDANINA SIĞIYOR? YAKIŞIYOR MU? BAZI DAVALAR VARDIR Kİ İNSANLAR O DAVALARDA SAVCI OLMAKTANSA, BIRAKINIZ AVUKAT OLMAYI, SANIK OLMAYI BİLE TERCİH EDEBİLİRLER. TÜRKİYE'Yİ BÖYLE TERCİHLERLE KARŞI KARŞIYA BIRAKMAK ÇOK ACI BİR OLAY''
 
-“İDDİA ÜSTÜNE İDDİA ORTAYA ATILDI. BUNCA İDDİADAN NE ÇIKTI? DURSUN ÇİÇEK OLAYINDAN NE ÇIKTI? BAŞBAKAN YARDIMCISINA SUİKAST İDDİASINDAN NE ÇIKTI? KIRIK DVD'LER, KAYIP CD'LER... BÖYLE ŞEY OLUR MU?''
 
-“TÜRKİYE'DE TUZAK KURULMUŞTUR, SENARYOLAR İMAL EDİLMİŞTİR. KARARGAHLARDA, BELLİ MERKEZLERDE. BİLİNÇLİ KARALAMALAR ÜRETİLMİŞTİR, TERTİPLER KURULMUŞTUR, KAMPANYALAR YAPILMIŞTIR. TARİHİ TERSİNE ÇEVİRMEK İSTİYORLAR, YANLIŞI DOĞRU DİYE GÖSTERMEK İSTİYORLAR, HAKSIZI, HAKLI DİYE GÖSTERMEK İSTİYORLAR, BU MEMLEKETİN NAMUSLU, DÜRÜST, TEMİZ İNSANLARINI ÇİĞNEMEYE ÇALIŞIYORLAR”

-AMA HER GEÇEN GÜN HER ŞEY ORTAYA ÇIKACAK. KIRIK CD'LER, UYDURMA GİZLİ TANIKLAR, BAŞBAKAN KARARIYLA ORTAYA ATILAN İDDİALAR, 'YOK DANIŞTAY İÇİN DEĞİL, BUNUN İÇİN YAPILDI SAÇMASIYLA' KOCA YARGI SİSTEMİNİN MEŞGUL EDİLMESİ, İNSANLARIN TUTUKLANMASI, İNTİHAR ETMESİ, ÖLÜME SÜRÜKLENMESİ, AİLELERİN IZDIRAP ÇEKMESİ, TÜRKİYE'NİN KARIŞTIRILMASI VİCDANSIZLIKTIR, ZULÜMDÜR, HAKSIZLIKTIR.''
 
-“BAŞBAKAN REFERANDUMUN KOLAY GÖZE ALINABİLİR OLMADIĞI DEĞERLENDİRMESİNİ YAPMIŞ. ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ KONUSU ARTIK BİR NİYET BEYANI, BİR TEMENNİ, 'BIÇAK SIRTI DENGE VAR, BELLİ OLMAZ' DİYOR AMA ASIL SÖYLEMEDİĞİ MİLLETİN REFERANDUMDA NE YAPACAĞI KONUSUNDA GÜVEN DUYAMAMASI. BU NEDENLE ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİ MİLLETE TAŞIMAYA CESARET EDEMEYECEKTİR. BU, ÖNEMLİ BİR OLAYDIR. ANAYASAYI DEĞİŞTİRME İDDİASIYLA ORTAYA ÇIKTI, O DA ELİNDE KALDI''
 
-'' BAŞBAKAN’A SENİ ASKER DEĞİL TEKEL İŞÇİSİ GÖTÜRÜR DEDİM, O YANLIŞA DEVAM EDİYOR. UYARIYORUM, TEKEL İŞÇİSİNİN YANINDA SENİ BAKKALLAR DA GÖTÜRÜR''
-''BAŞBAKAN BAKKALLARIN MARKET KURMASINI İSTİYOR. BAKKALLARA ALIŞVERİŞ MERKEZİ KURMAK İÇİN GEREKLİ KREDİYİ, OĞLUNUN BAŞINDA OLDUĞU ŞİRKETE AÇTIĞIN GİBİ, SEN Mİ AÇIVERECEKSİN?''
-“DENİZ FENERİ E.V DAVASINDA DOSYALARIN TÜRKİYE'YE GELİŞİNİN ÜZERİNDEN YAKLAŞIK 1 YIL GEÇTİ.  HALEN İDDİANAME YOK. SAVCI BİR ŞEY TALEP EDEMİYOR, NE KARMAŞIK İŞMİŞ BU. PKK DAVASI, ÖCALAN DAVASI BU KADAR SÜRMEDİ. BUNUN ALTINDA NE YATIYOR? 'ŞİMDİ BAŞIMIZA İŞ AÇMAYALIM, BURADA SUÇLANACAK ADAMLAR, BAŞBAKAN'IN YAKINLARI, HİMAYE ETTİĞİ İNSANLAR, BU AKP'NİN HİMAYESİNDE BİR DAVA, KIYAMET KOPACAK, HAKKINDA SUÇ İŞLENENLERLE İLGİLİ YAYIN YAPILACAK, GECİKTİR ANLAYIŞI MI HAKİM? BU İHTİMAL AKLINIZA GELMİYOR MU? HERKESİN AKLINA GELİYOR DA HERKES BENİM GİBİ SÖYLEYEMİYOR, BEN SİZİN ADINIZA SÖYLÜYORUM.''
-“BAŞBAKAN ''ZARAR EDEN İŞLETMELERİ SATTIK'' DİYOR. DOĞRU DEĞİL. TEKEL, TELEKOM ZARAR MI EDİYORDU? BAŞBAKAN KAR EDEN KURULUŞLARI SATTI''
-“TELEKOM'U TAKSİTLE SATTILAR. KURUMUN YILLIK KARI, TAKSİTİ KARŞILAMAYA YETİYORDU. TARLANIN TAŞIYLA, TARLANIN KUŞUNU VURDULAR TELEKOM'UN KARIYLA, TAKSİTLERİ ÖDENDİ”
-“TELEKOM'UN SATIŞINDAN KISA BİR SÜRE SONRA KURUMLAR VERGİSİ, YÜZDE 30'DAN YÜZDE 20'E DÜŞÜRÜLDÜ. NE KARŞILIĞINDA , KİME NE GELİYOR? BİZ HARİRİ'NİN HATIRI İÇİN BUNU YAPTIK DENİLEBİLİR Mİ?... BÖYLE İZAH ETMEK MÜMKÜN MÜ? BU SORU ORTADA. AKP İKTİDARDAN DÜŞTÜKTEN SONRA ELE ALINACAK EN ÖNEMLİ KONULARDAN BİRİDİR BU''
-TÜRKİYE SİYASETEN DE, EKONOMİK AÇIDAN DA İYİ YÖNETİLMİYOR. SON KRİZ ABD'DE BAŞLADI VE ONLAR ÖNLEM ALDI. ABD EKONOMİSİ YÜZDE 3 KÜÇÜLÜRKEN, TÜRKİYE'DE BU ORAN YÜZDE 6 OLDU. İŞSİZLİK ABD'DE YÜZDE 8, TÜRKİYE'DE YÜZDE 14'ÜN ÜZERİNDE...”
-“BAŞBAKAN BENİM AÇIKLAMALARIMDAN ÇOK RAHATSIZ OLMUŞ. AMA TEKRAR EDİYORUM. CHP İKTİDARINDA EMEKLİLERE DE SAHİP ÇIKILACAK. ÖĞRETMENLİK KARİYER MESLEĞİ OLACAK VE 4 C’DE KALDIRILACAK”

CHP GENEL BAŞKANI DENİZ BAYKAL’IN; 02.02.2010 TARİHİNDE GRUP GENEL KURUL TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA

CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL –Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, sevgili vatandaşlarım; hepinizi içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum, hoş geldiniz. (Alkışlar) Yine çok hareketli, önemli gelişmelerin yer aldığı bir haftayı arkada bıraktık. Bugün, içinde bulunduğumuz tabloyu, önümüzdeki dönemi bu grup toplantısında da birlikte değerlendirmeye çalışacağım. Bu vesileyle sözlerime başlarken geride bıraktığımız günlerde ölüm yıl dönümlerini hatırlayıp bir kez daha bu olaylar üzerinde milletçe düşünme ve değerlendirme fırsatını bulduğumuz rahmetli Abdi İpekçi’yi ve Hocamız, değerli partilimiz Muammer Aksoy’u saygıyla andığımı ifade etmek istiyorum. Gerçekten İpekçi’nin ve Aksoy’un kaybı, Türkiye’yi bugünlere getiren çalkantılı sürecin çok önemli kilometre taşlarındandır. Hiçbirisi bir rastlantıyla ölmüş değildir. Kişisel bir garezin, husumetin, özel gerginliklerin, çatışmaların sonucunda ölmüş, öldürülmüş değildir. Türkiye’yi bugünlere getiren o acı süreçlerin yaşandığı dönemde Türkiye’de demokrasi için, laiklik için, insan hakları için, çağdaş bir hukuk devletini ayakta tutmak için, cumhuriyet devrimlerine sahip çıkmak için büyük mücadele vermekte olan ve bu anlayışın birer bayrağı konumunda olan bu insanlar, Türkiye’yi bugün karşı karşıya kaldığımız bunalımlara, çelişkilere sürüklemek isteyenlerin tertipleriyle, senaryolarıyla, onların düzenledikleri olaylarla şehit edilmişlerdir. Maalesef bugüne kadar bu olayların arkasındaki senaryo, oyun, tezgâh tüm ayrıntılarıyla ortaya konulabilmiş değildir. Bu tabii çok düşündürücü olması gereken bir konu. Asıl Türkiye’nin aydınlatması gereken o karanlık dönem, Türkiye’yi bugünlere taşıyan o kananlık dönem ve o dönemin içinde kaybettiğimiz bu değerli insanlardır. Onları hepimiz bugün geçmişte olduğundan daha büyük bir sevgiyle, saygıyla sahipleniyoruz. Onların uğrunda mücadele ettikleri hedefin değerini, önemini bugün milletçe çok daha iyi biliyoruz ve hem onların anısına sahip çıkıyoruz hem onların uğrunda mücadele ettikleri Türkiye hedefine inançla biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak sahip çıkmaya devam ediyoruz. (Alkışlar)
 
Değerli arkadaşlarım, geride bıraktığımız dönem yine Türkiye’nin temel gündemi etrafında tartışmaların yer aldığı bir dönem oldu. Tabii işin başında ekonomi geliyor, işin temeli o. Türkiye’yi bugün karşı karşıya kaldığımız sorunlara taşıyan sürecin içinde çok temel ekonomik yanlışlıklar var. Ekonominin içinde bulunduğu durum bugün sorunlarımızın, sıkıntılarımızın temel nedenini oluşturuyor ve öncelikle el atılması gereken ana konu olarak da önümüzde o duruyor. Ekonomiye yönelik duyarlığımızı, ekonominin belirleyici niteliğini hiçbir zaman unutamayız, unutturmamalıyız, Türkiye’yi günlük tartışmalarla, sürtüşmelerle yönlendirmek olanağı yoktur. İşin özü Türkiye’de ekonominin nereden gelip nereye gittiğiyle ilgilidir. Bu konuda gerekli açıklamaları hep yapıyoruz. Türkiye’de bu son dönemde, yani AKP’nin iş başında bulunduğu sekiz yıla doğru uzanan bu dönemde Türkiye’nin iyi yönetilemediğini, tarihi şansı, tarihi fırsatı değerlendiremediğini, bütün dünyada çok büyük atılımları bizim konumuzdaki ülkeler yaparken, çok ciddi kalkınma hamlelerini gerçekleştirirken, refaha hızla yaklaşırken bizim bu şansı yeterince kullanamadığımızı rakamlarıyla, belgeleriyle hep ortaya koyduk. Yani bu sekiz yıllık dönemin içinde dünyanın rahat günleri vardı, sıkıntılı günleri vardı. 2007 yılı sonuna kadar dünya rahat bir konjonktürden geçti 2002-2007 arası ve bu beş yıllık dönem bütün ülkeler için, bizim konumuzdaki dünyanın her yerindeki ülkeler için bir büyük kalkınma ve sıçrama fırsatı idi. Bunu çok iyi değerlendirdiler, temel alt yapı sorunlarını çözdüler, ekonomik tasnifte çoğu sınıf değiştirdi, konum değiştirdi, lig değiştirdi ve çok büyük başarılar elde ettiler. Ne yazık ki biz, ne o dönemde, yani dünyada paranın bol olduğu, ekonomik şartların çok iyi olduğu, kalkınmanın, sanayileşmenin bütün dünyada hızla gerçekleştirildiği, enflasyonun düşük olduğu, büyük darlıkların krizlerin yaşanmadığı o dönemde de o fırsatı kullanamadık, o ülkelerden geride kaldık, dünyanın içine girdiği son ekonomik bunalım döneminde de Türkiye maalesef, yani 2008-2009 yıllarında da doğru yönetilmedi, sorunları doğru saptayamadı, gereken önlemleri alamadı ve bu dönemde de Türkiye diğer ülkelerin gerisinde kalan, sorunlarını çözemeyen, sorunları giderek artan bir ülke konumuna geldi. Türkiye’nin borçları katlandı, iç borçları katlandı, dış borçları cumhuriyet tarihinin tümünden daha fazla iç borcu ve dış borcu bu sekiz- dokuz yıllık dönemde bu iktidar gerçekleştirdi. Türkiye’nin varlığını, tarihsel cumhuriyet döneminin gelmiş geçmiş bütün hükümetlerin milletimize kazandırdığı, ekonomimize kazandırdığı büyük tesislere sattılar savdılar, onların parasını da kullandılar, onunla da yine dünyada hak ettiğimiz atılımı yapmadık. Hem borçlandılar, elde avuçtakini sattılar, şartları da kullanamadılar. Bu, çok açık matematiksel bir gerçek, bunun tartışılır bir tarafı yok. Türkiye’nin kendi kalkınma temposunun altında kaldılar, yani cumhuriyet tarihinde en sıkıntılı dönemlerde dâhi Türkiye’de geçmiş hükümetlerin gerçekleştirdiği ekonomik büyüme hızının altında kaldılar. 1923’ten 2002’ye kadar olan dönemde, isterseniz onu bırakınız, 1950’den 2002’ye kadar olan dönemde hangisini alırsanız Türkiye’nin ortalama büyüme hızının altında kaldılar. Dünya böyledir konjonktürü geçmişte yaşamadığı hâlde olumlu konjonktürü. Bu açık bir gerçek ve bugün geldiğimiz noktada Türkiye büyük sıkıntı içinde. Bakınız, son kriz Amerika’da başladı. Amerika bu krizden ciddi şekilde etkilendiğini düşünüyor ve bu tablo karşısında etkin önlemler alma gereğini hissediyor ve o doğrultuda önlemler alıyor. Bakınız birkaç gün önce Sayın Obama görevdeki birinci yılını tamamladı ve bu vesileyle Amerikan kongresinde “geleneksel birliğin durumu” diye ifade edilen yıllık konuşmasını yaptı. Nerede duruyoruz? Neredeyiz diye Amerika olarak” bir anlamda kongreye hesap verdi. Bu konuşmanın ilgi çekici bölümlerini değerli iktisatçı, yazar dostumuz Güngör Uras Türk basınına yansıttı ve hepimize, Türkiye’ye bu konuyu değerlendirme fırsatını bir kez daha tanıdı. Şimdi, o yansıtmaya dayalı olarak size Obama’nın konuşmasındaki zihniyeti, anlayışı, kendi sorunlarına yaklaşımını hatırlatmak istiyorum. Obama bu konuşmasında diyor ki, “Her 10 Amerikalının biri işsiz.” diyor. Aslında işsiz daha az, Amerika’daki işsizlik oranı yüzde 8 civarında, yüzde 10 değil ama o, ortalama olarak gerçeği hiç kendisine bir himaye getirmeden açık bir şekilde koyuyor. “Her 10 Amerikalıdan birisi işsiz” diyor. Tabii siz bu arada eminim düşüneceksiniz, Türkiye’de her 6 ya da 7 Türk’ten birisi işsiz, yani bu da muhafazakar bir değerlendirmedir. Birçok iş yeri kapandı. Öncelikle küçük yerleşim bölgelerinde yaşayanlar daha güç durumdadır. İnsanlar daha az ücretle daha çok çalışmaya mecbur kaldı. Emekliler yaşamak ve çocuklarını okutmak için para bulmakta zorlanıyor. Bankaları kurtarmak için pahalı fatura ödendi ama bankalar kurtarılmasaydı işsizlik bugün 2 kat daha fazla olurdu.” Bankalara verdiği desteği milletine anlatmaya çalışıyor. “Krizden büyük zarar gören halkın ekonomik açıdan duyduğu kaygıyı, çaresizliği ve öfkeyi anlıyoruz” diyor. “Şimdi bizim işimiz bu sorunları çözmek, Amerikan halkına ümit vermek, refah vermek” diyor. “Vergileri indiriyoruz.” diyor. “Çalışan ailelerin vergilerini yüzde 95 azaltıyoruz.” diyor. “Küçük işyerlerinin, çocuk okutan ailelerin vergilerini azaltıyoruz.”diyor. “Bugüne kadar alınan tedbirlerle   2 milyon Amerikalının işten çıkarılmasını önledik. Bu yılsonuna kadar 1,5 milyon insana iş bulacağız. İstihdamı artırmak  için işçi alacaklarına özel teşvikler uygulayacağız. İş yaratmak için kamunun altyapı yatırımlarını artıracağız.” Türkiye’nin yaptığının tam tersi. Biz, kamunun alt yapı yatırımlarını bu bütçede açıkça savunarak indirmiş durumdayız. Amerika diyor ki” Alt yapı yatırımlarını artıracaksın. İşsizlik kırıyor benim toplumumu” diyor. “KOBİ’lerin hem vergilerini erteleyeceğiz hem de finans kesiminden tahsil edilen 30 milyar doları (bankacılık kesiminden tahsil edilen 30 milyar doları) onları desteklemek için kredi  olarak KOBİ’lere dağıtacağız.” diyor.
 
Şimdi bu bir anlayış değerli arkadaşlarım. Toplumun kriz karşısında durumunu gerçekçi şekilde değerlendiren ve vergi indirimlerini, ekonomiyi canlandırmak için, işsizliği yenmek için vergi indirimlerini öncelikli bir hedef olarak alan. Kimin vergi indirimini? Halkın, ailelerin, geçim derdi içinde çırpınan, çocuğunu okutacak imkânı bulamayan insanların, emeklilerin vergilerini azaltan, olağanüstü ölçüde azaltan, yüzde 90’lar düzeyinde azaltan ve onlara teşvikler taşımayı amaçlayan bir politika uyguluyor. Biz ne diyoruz? Biz ne yapıyoruz? Orada ekonomi ne kadar küçüldü? Yüzde 3 küçüldü. Amerikan ekonomisi yüzde 3 daraldı, biz yüzde 6 daraldık, 2 katı daha fazla daraldık. Onlarda işsizlik yüzde 8 civarında, biz de –resmi rakamlarla- yüzde 14’ün üzerinde, yüzde 15 civarında, gerçekçi bir anlayışla onun da üzerinde.
 
Değerli arkadaşlarım, bu tablo çok önemlidir. Yani iktidarın üslubu, sorunları çözerken yaklaşımı, anlayışı hangi hedefe yöneliktir, ne yapmaya çalışıyor bunu çok açık bir şekilde bu manzara bizim önümüze koyuyor.
 
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de ekonomi politikası çok ciddi temel yanlışlıklar içindedir, geçmişte de o yanlışlıklar yapıldı şimdi de yapılıyor. Bakınız, şimdi karşı karşıya bulunduğumuz sorunların bir kısmı o yanlış politikanın sonucunda ortaya çıkmıştır, özelleştirme politikası çok yanlış bir politika. Hani Başbakan zaman zaman diyor ki “Zarar eden işletmeleri özelleştirdik.” Yoo… Yoo Sayın Başbakan, kâr edenleri özelleştirdin, kârlı olanları özelleştirdin, çok açık. (Alkışlar) Yani Tekel’i sen özelleştirdin, Tekel zarar mı ediyordu? Telekom’u özelleştirdin zarar mı ediyordu? Bırak sen ıvır zıvırı işin esasına gel, Türk ekonomisinin ana sütunları bunlar, kâr eden ana sütunları, ekonomimize güç katan ana sütunları, toplumumuza istihdam imkânı sağlayan, üreticimize gelir imkânı sağlayan ana sütunları niye sattın bunları? Niye sattın zarar mı ediyordu bunlar? Bilerek sattın. Yanlıştır, ortada. Yani 292 milyon dolara Tekel’in içki bölümünü birisine verdin, kısa bir süre sonra 900 milyona, o, Amerikalıya devretti. Şimdi birileri diyor ki “Efendim ne yapalım, işte özelleştirme yapıldı. O teklif verdi, o aldı, başkası alsaymış.” Bunu söyleyenler bu işin nasıl olduğunu bilmezlikten gelenlerdir, bilmeyenler değil, bildiği hâlde bilmezlikten gelenlerdir. Yani bunlara kim nasıl katıldı, ne oldu? Balıkesir’deki SEKA 1 milyon dolara satıldı. Devletten mal almak, sonra o aldığın malı devletin kuralları etrafında işletmek, devletin onayı, işareti, işbirliği olmadan mümkün değildir, bu anlayışlarla bu satımlar yapılmıştır ve 292 milyona gözünü kırpmadan, kısa bir süre sonra, 3 katından daha yüksek bir fiyata devredilecek olan bir tesis göz göre göre verilmiştir.
 
Değerli arkadaşlarım, Telekom. Telekom taksitle satıldı, Telekom’un her yıllık kârı o taksiti karşılamaya elverişli. Şimdi bitiyor, bu yıl ya da gelecek yıl taksitler bitiyor, bedavaya alan geldi ve her yıl da tarlanın taşıyla tarlanın kuşunu vurdu, Türk halkının ödediği, Telekom’a sağladığı kârla Telekom’un taksitini ödedi ve şimdi oraya sahip çıktı. Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu olayların o kadar ilginç boyutları var ki. Artık toplum unutuyor olabilir, o nedenle hatırlatmam gerekiyor. Bu Telekom satıldıktan kısa bir süre sonra Türkiye, Kurumlar Vergisini yüzde 30’dan yüzde 20’ye indirdi. Telekom Türkiye’nin en önemli ekonomik kuruluşlarından biri, onun ödediği Kurumlar Vergisi çok önemli bir vergi kaynağı. Satıştan sonra, yani fiyat şekillendikten, mutabakat sağlandıktan, sözleşme imzalandıktan ve uygulamaya geçtikten sonra birdenbire dediler ki “Ya, biz fazla vergi alıyoruz galiba, yüzde 30 olan Kurumlar Vergisini yüzde 20’ye indirelim” yani üçte 1 vergiyi azalttılar. Telekom’un ödeyeceği vergi, Kurumlar Vergisi üçte 1 satıştan sonra, Türkiye’nin elindeyken devlete yine o yüzde 30 olarak vergiyi ödedi ama Harari’ye satıldıktan sonra üçte 1 indirildi. Şimdi, değerli arkadaşlarım, elinizi vicdanınıza koyunuz, kim, hangi sağduyulu insan böyle bir satıştan sonra devlete gelecek olan verginin üçte 1 azaltılmasını karşılıksız olarak, karşılığında bir şey almadan, bir şey talep etmeden bir lütuf olarak Türkiye’nin bu hazinesindeki üçte 1 vergi hakkını nasıl olurda bir sattığı yabancı kuruluşa teslim eder? Bunu izah edebildiniz mi siz? Bu soru cevabını buldu mu? Bu, milli vicdanda bir rahatlama, bir tatmin sağlanabildi mi bu konuda? Satmışsınız, birden indiriyorsunuz, ne karşılığı? Kime ne geliyor? Kimseye bir şey gelmiyor kardeşim, kimseye bir şey gelmiyor, ne devlete bir şey geliyor, ne satanlara bir şey gelmiyor, kimseye bir şey gelmiyor, biz, Harari’nin hayrı için bunu yaptık. Bunu izah etmek mümkün mü arkadaşlar? Bu soru ortada. Şunu bilmenizi istiyorum, bu soru, AKP iktidardan düştükten sonra ele alınacak en önemli konulardan biridir. (Alkışlar) Şimdi buna benzer yığınla konu var. Bakınız, Deniz Feneri olayı. Almanya’da yargılandı, hüküm verildi, neredeyse mahkûm olanlar tahliye olacak, bir yıl oldu Türkiye’ye, bizim baskımız ve zorlamamızla bu konudaki dosyaları getirtmeyi başardığımız tarihe bakınca, bir yıl olmak üzere, bir ay kadar kalmış. Bir yıl önce seçim meydanlarında ısrarla takip ettik, hatırlarsınız, zorla dosya geldi, ne oldu geldi? Bir yıla yakın süredir dosya savcılıkta iddianame hazırlandı mı arkadaşlar? Almanlar konuyu incelediler, soruşturmayı yaptılar, belgeleri topladılar, ifadeleri aldılar, konuyu savcılığa intikal ettirdiler, savcılık iddianameye hazırladı, mahkeme kuruldu, mahkeme ifadeleri aldı, yargılamayı yaptı, delilleri inceledi, keşifleri yaptı, hükmü verdi, Türkiye’ye her türlü belgeyi aktardılar, bilgiyi verdiler ve dediler ki, “Asıl sorumlular sizin orada” isimleri de verdiler, dosya bir türlü gelemedi. Israrla biz takip ettik, “geliyor, gelecek” dediler. Zor bela geldi, hatta hatırlarsınız, kaplumbağa sırtında getirseler daha önce gelirdi diyorduk, o tarihten şu ana kadar bir yıla yakın süre geçti ama iddianame yok, hâlâ iddianame yok. Ne o? İlk tahkikatı… İddianame olsa ne olacak? İddianame olsa dava toplumun, kamuoyunun önüne gelecek, hepimiz ilgileneceğiz, tutuklama var mı yok mu, savcı ne talep ediyor öğreneceğiz. Savcı bir şey talep edemiyor, daha talep yapılamadı, konu inceleniyor, ne karmaşık iş mi bu? PKK davası, Öcalan davası bu kadar sürmedi değerli arkadaşlarım. Ne yatıyor bunun altında? Bunun altında adalet mi yatıyor? Bunun altında hukukun gerekleri mi yatıyor? Bunun altında hukukun gerekleri mi yatıyor? Bunun altında hukukun kimseyi rencide etmeyelim, yanlış suçlama yapmayalım, ne olur sağlam delillerle, sağlam belgelerle, sağlam iddialarla ortaya çıkalım özeni, dikkati, gayreti mi yatıyor? İnşallah o yatıyordur. Yoksa, ya şimdi başımıza iş açmayalım, burada suçlanacak adamlar Başbakanın yakınları, himaye ettiği insanlar, bu AKP’nin himayesinde bir dava, şimdi kıyamet kopacak bütün Türkiye vay diyecek, işte, hakkında suç işlenenlerle ilgili yayın yapacak, geciktir, yoksa böyle mi değerli arkadaşlarım? Bu ihtimal aklınıza gelmiyor mu? Herkesin aklına geliyor da, herkes benim gibi söyleyemiyor, ben sizin adınıza söylüyorum. (Alkışlar) Çünkü benim işim söylemektir, ben onun için varım. Ben, sizin aklınızdan geçen, söylenmesi gerektiğine inandığınız sözleri söyleme görevimi yapmaya çalışıyorum. Hukuka saygı içinde, adalete saygı içinde, kimseye haksızlık yapmama duygusu, duyarlılığı içinde ama gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlama konusundaki sorumluluğumu ve görevimi de unutmadan bu işi yapmaya çalışıyorum.
 
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de bakınız bu olaylar böyle yaşandı. Karanlık bir dönem yaşandı Türkiye’de. Ekonomi temel kuralları bir yana itilerek özel himayelerle götürüldü ve çok iyi hepimiz biliyoruz ki, bugün siyaset ve şirket ilişkileri kabul edilebilir bir düzeyin çok çok üstünde laubali bir hâle gelmiştir. Bazı özel şirketler resmi şirket muamelesi görmektedirler, devlet şirketi muamelesi görmektedirler. Kredi onlara göre verilmekte, onlara göre medya şirketleri, medya kuruluşları satın aldırtılmakta devletin kaynakları ile, bankaların kaynakları ile ve Türkiye etki altında bırakılmak istenmektedir. Bunların altında Başbakanın anlayışı, zihniyeti, planlaması yatmıyor diyebilir miyiz? Onun bilgisi dışında bunların olduğunu söyleyebilir miyiz? Türkiye’de uluslararası ilişkilerle himaye edilen şirketler tam bir iç içe geçme manzarası sergilemeye başlamışlardır. Şimdi, yolsuzluk yapılmış, ekonomik performans dünya ile mukayese edildiği zaman ne hâlde hepimiz görüyoruz, ortada yaşanan sorunlar, sıkıntılar açık, böyle bir tablo karşısında biz, Türkiye artık yeni bir döneme girecek, millet de bunun kararını aldı. Bu yeni dönemde ne yapmak lazım? Türkiye yeni iktidar döneminde ne bekliyor ve biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu yeni döneme nasıl bakıyoruz diye kendimiz sorduk ve cevabını da verdik. Şimdi bu cevapların Başbakanı çok rahatsız ettiği anlaşılıyor. Başbakan biraz önce yaptığı konuşmada, “Vay, işte, Baykal şunu halledeceğiz bunu halledeceğiz” diye konuşmuş falan diye büyük bir asabiyet içinde bizim Cumhuriyet Halk Partisi olarak önümüzdeki seçimlerden sonraki bir Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında uygulama kararını aldığımız politikalara tepki göstermeye çalışıyor. (Alkışlar) Hatırlatalım, değerli arkadaşlarım, ne söylemiştik.
 
Bir: Yeni Türkiye ortamında bir şeyler değişecek, hiç şüphe yok biz değiştireceğiz. Bunun için siyaset yapıyoruz. Önümüzdeki iktidarda bu değişim gerçekleşecek. Gerçekleşecek işlerin başında emeklilerin konumu vardır. Emeklilerin Türk toplumundaki yeri, konumu köklü bir biçimde değiştirilecektir. (Alkışlar) Çünkü demiştik, emekliler, Türkiye’de yaşanan sorunların, yoksulluğun, sahipsizliğin aşılması konusunda çok özel bir noktada duruyorlar. Emekliler Türkiye’ye yapılacak desteğin, halkımıza, milletimize yapılacak desteğin en etkili, en uygun kanalıdır. Emeklilere verilecek destek emeklilerin sadece kendisine verilmiş değildir, çünkü o emeklilerin etrafında toplumda acısı, sancısı olan nice insan vardır, işsiz kalmış olan çocuklar, okula gitmekte, para bulmakta güçlükle karşı karşıya kalan çocuklar, aileler emeklilerden medet umar hâle gelmişlerdir. Emeklilere verilecek destek, hiç kuşku duymayın her hangi bir devlet memurunun dağıtacağı adaletin çok üzerinde bir adaletle gitmesi gereken yere gider, Türkiye’de gerçekten ihtiyacı olan insanlara gider. Bugün emeklilerin etrafında işini kaybetmiş oğullar, damatlar, gelinler, kızlar, o kızların, ailelerin çocukları, sahipsiz kalmış, doğru dürüst beslenemeyen, doğru dürüst okula gidemeyen, doğru dürüst okula gidemeyen, doğru dürüst giydirilemeyen çocukları vardır. Herkes, acaba, o emeklinin kısıtlı aylığından bize de bir şey damlar mı diye analarına, babalarına, dedelerine, ninelerine özlemle bakmaktadırlar. O insanları boynu bükük tutmaya kimsenin Türkiye’de hakkı yok. (Alkışlar) Bu bizim bir temel tercihimizdir. Türkiye’nin böyle bir tercihe ihtiyacı var. Bu anlayışı, bu duyarlığı iktidara taşımak lazım. İktidar, etrafındaki şirketlerin, oğullarının başında bulunduğu devlet bankalarından 750 milyon dolar kredi alan şirketlerin işini düşünmeye mecbur değil artık. (Alkışlar) Elbette Türkiye’de gün olacak bir iktidar gelecek, bu iktidar o şirketlere değil yüzünü millete dönecek, emekliye dönecek, işsiz insanlara dönecek. (Alkışlar)
 
Değerli arkadaşlarım, böyle siyaset, bunun için var. Senin tercihin o, bizim tercihimiz bu ve bunun gereğini yapacağız. Bundan niye rahatsız oluyorsun? Türkiye’nin bu ihtiyacı, talebi, emekliye sahip çıkmak lazım. Bu israf değil, bu savurganlık değil, bu haksızlık değil, adaletsizlik değil, tam tersine toplumun ihtiyacı, bekleyişi, barışın, adaletin, dengenin gereği. Bunu yapacak olan birisi çakacaktır ve Cumhuriyet Halk Partisi bunu yapma iddiasıyla milletimizin karşısındadır.
 
Değerli arkadaşlarım, bakın Başbakan bunlardan rahatsız oluyor ama tekrar ifade ediyorum, evet, emeklilere sahip çıkacağız. Emeklilerle ilgili politikamız ortada. Bakınız, emeklilerin çok sorunu var, ayrıntılarına girmek istemiyorum ama bir temel, unutulmuş, bu dönemde hiç üstünde durulmayan bir temel sorununa dikkati çekmek istiyorum, intibak problemi. Zaman içinde emekliler emekliye ayrılıyorlar, aynı nitelikte, aynı yıl hizmet vermiş, aynı primi ödemiş insanlar bugün birbirinden çok farklı, yüz milyonlarca lira farklı, 500 milyon lira farklı maaş almak durumunda kalıyorlar. Bu kabul edilebilir bir olay mı? Yazık değil mi, günah değil mi. Yirmi yılını vermiş, otuz yılını vermiş gelmiş aynı işi yapan birisi, kendisinden 400 milyon, 500 milyon daha fazla maaş alacak, o onun altında ezilecek kalacak, olmaz, bunları düzeltmek lazım. Adalet dediğin buralarda aranacak. Öncelikli bir konudur bu intibak meselesi. Bunu kanıtlayan yığınla bilgi, belge önümüzde. Bir yeni zihniyet, bir yeni anlayışlı yaklaşım mutlaka zorunludur, o da gerçekleştirilecektir.         
 
Bakın yine Başbakanı çok rahatsız eden, ettiği anlaşılan bugünkü konuşmasından bir konu da öğretmenlik artık kariyer olacak dedik. Öğretmenliği böyle yarım zamanlı, sözleşmeli, derse girmek üzere, parça başı iş yapan fason bir iş olmaktan çıkaracağız saygın bir meslek hâline dönüştüreceğiz. (Alkışlar) Bunları sanki olmayacak iş gibi düşünüyor. İktidar sana teslim edildiği zaman öğretmenlik bu hâlde miydi? Öğretmenliği bu hâle sen getirdin, bilerek getirdin. Türkiye’yi kuranlar öğretmenliği en saygın meslek olarak ele aldılar, ona göre geliştirdiler, ona göre desteklediler. Yine öyle götürülmesine ülkenin ihtiyacı var. Bugün 300 bin insan tayin olmayı bekliyor, 200 bin öğretmen açığı Türkiye’de duruyor ve sen bir türlü yapmıyorsun. Niye? Canım, bunlar orada ayaklarını yerleştirmesinler, tam kendilerine güvenmesinler, daima ben onları istediğim yere tayin edecek, istediğimi onlara dayatacak noktada olayım. En büyük yanlıştır. Yani meslekler üzerinde çok şey söylenebilir ama öğretmenliğin bir kariyer olarak ele alınması gerektiği, başından sonuna kadar hayatını bu işe adamış olan insanların güven içinde mesleklerini yapma şansına kavuşturulması gerektiği her türlü tartışmanın ötesinde bir ihtiyaçtır ve Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında bu olacaktır değerli arkadaşlarım. (Alkışlar)
        
Yine Başbakan çok sinirlenmiş, 4C kalkacak diyor, diyor. Evet, kalkacak, 4C dediğin ne? (Alkışlar) “Bizden önce 4C vardı” diyor. Senden önce 4C vardı, onu üniversite öğrencileri Devlet İstatistik Enstitüsüne anket yaptıkları zaman çalıştıkları güne karşılık maaş alırken, yevmiye alırken o statüde maaş alıyorlardı, yevmiye alıyorlardı 4C’li olarak. Orada 15 gün çalışıyorlardı, parasını alıyordu, onlar 4C’li idi. Devletin yirmi yıl, yirmi beş yıl bu ülkeye hizmet vermiş insanların birdenbire günün birinde gel seni 4C’ye diye o insanları çekmeye hakkı var mı? Böyle bir şey olabilir mi? Çalışma yaşamında desteğe ihtiyaç var anladık da kazanılmış hakları insanların elinden kendi yanlışların dolayısıyla almaya senin hakkın var mı? (Alkışlar) Senin buna hakkın var diyorsan, kendinde bu hakkı görüyorsan senin karşında ben de hakkımı alıncaya kadar bu işin peşinde duracağım diyen Tekel işçilerinin de hakkı var. (Alkışlar) Tekel’i perişan etmişsin, özelleştirmişsin, kapatmışsın, kuşa çevirmişsin, sen yapmışsın, kâr eden bir kuruluşu yapmışsın. Sen onu yaptığın için tütün yetiştiren Adıyamanlı üretici, Bitlisli üretici, Karadenizli, Bafralı üretici, Ege’deki üretici perişan olmuş, çalışan işçi perişan olmuş, Türkiye ihracatını azaltmak zorunda kalmış, ithalatını artırmak zorunda kalmış, sigara ithal eder hâle gelmiş Türkiye sayende, döviz öder hâle gelmeye başlamış sigara işinden dolayı Türkiye, ucuz satmışsın 292 milyon dolara satmışsın 900 milyon dolara devredilmiş, tekellere devretmişsin, yabancı sigara tekellerine devletin milli Tekelini devretmişsin, sonra dönmüşsün orada yirmi yıl çalışmış, on sekiz yıl çalışmış, yirmi üç yıl çalışmış, çoluk çocuk yetiştirmeye başlamış, ona göre bir hayat kurmuş insanlara diyorsun ki, burayı kapattık hadi bakalım siz 4C’ye. Böyle bir şey var mı? Geçmişte sen Köy İşlerini kapattın ne oldu? SEKA’yı kapattın ne oldu? Her birisini bir yere tayin ettin. Bu insanların da kendi işçi statüleri konumları içinde özlük haklarını koruyarak, Türkiye’nin bir emekçisi olarak çalışma olanağına kavuşmak hakları vardır, o hakkı da sağlamak devletin görevidir. (Alkışlar) Bu konu çözülmeyecek. Sen yüz milyonları kaptıracaksın, bilmem devletin Kurumlar Vergisini üçte 1 indirip birilerine devredeceksin, kimse bunu sormayacak, ondan sonra oradaki çalışan emekçinin, işçinin kazanılmış hakkını elinden alacaksın ve ondan sonrada sesini çıkarma diyeceksin. Böyle bir şey yok değerli arkadaşlarım. Bu konuyu Başbakanın anlaması lazım. Dilinin altında böyle garip şeyler var. “Hukuka aykırı” diyor, talimat verdirdi valiye, “dağıtın burayı falan” diye, arkasından baktı bu iş yanlıştır, demokratik bir toplumda bunları hazmedeceksin Sayın Başbakan, hazmedeceksin ve çözeceksin bunları. Bak, ben sana daha önce de söyledim. Seni asker değil ama Tekel işçisi götürür. (Alkışlar) Tekel işçisi götürmez diyorsan, beni Tekel işçisi mi iktidara getirdi, beni milletim iktidara getirdi, Tekel işçisi iktidara getirmedi diyorsan, şimdi bu kafayla çok daha büyük yanlışlıklar yaparsın, nitekim yapmaya başladı, şimdi bakkallara taktı. Onu da konuşacağız. Bak, seni asker değil Tekel işçisi götürür dedim inanmadın devam ediyorsun, bak bu defa söylüyorum, Tekel işçisinin yanında bakkallar seni götürür, bakkallar da seni götürür. (Alkışlar)
        
Değerli arkadaşlarım, bu Tekel işçisi niye bir büyük konu hâline geldi anlamak lazım, çünkü toplumda bir birikim var. İnsanlar adaletsizlikleri, haksızlıkları, emeğe saygısızlığı, kazanılmış hakka saygısızlığı, diğer taraftan çevrilen dolapları, dümenleri, haksızlıkları, yağmaları görüyor ama sesini çıkaramıyor idi. Derken günün birinde Tekel işçisi böyle bir hak talebiyle ortaya çıkınca Başbakan İstanbul bir tersanede bunlara haksız yere suçlama yöneltince birdenbire bu insanlar çok doğru bir yaklaşım içine girdiler ve dikkatinizi çekerim, kırmadan, dökmeden, hiçbir şeyi tahrip etmeden, kimseye yönelik haksızlık yapmadan, kendileri kendilerine en büyük acıları yaşatmayı göze aldıklarını göstererek karda kışta, Ankara’nın eksi 10 derecesi soğukta mağdur, mazlum, masum insanlar olarak haklarını talep ettiler ve bu birdenbire milletin vicdanını ayağa kaldırdı, 70 milyonun vicdanını birden bu ayağa kaldırdı. Herkes kendisini onların yerine koydu. Onlara yapılan muamele, gaz sıkmaları, cop kullanmaları, sürüp atma girişimleri, onlar karşısında dâhi yine gayet medeni, hukuka saygılı bir anlayış içinde davrandılar. O saldırılardan işçiler payını aldı, bizim değerli arkadaşlarımız da payını aldı, milletvekillerimiz de ve bunu da taşımasını çok iyi bildik hepimiz. Arkadaşlarımızı da kutluyorum. Bu olayların sorumlusu o saldırıları yapan, yapmak zorunda bırakılan insanlar değildir, bunların sorumlusu hükümettir, iktidardır. Biz bu anlayışı değiştirmeye çalışıyoruz ve bugün bütün millet bu işe sahip çıktı. Berberler gidiyor, “sizin tıraşa ihtiyacınız vardır gelin biz sizi tıraş edelim” diyorlar. Başbakan bunları anlamalıdır. Olay sıradan bir itiş kakış olayı değildir. Milletin vicdanı, sağduyusu, sevgisi, sahiplenmesi harekete geçmiştir. Haber bile olmuyor yabancı milletvekilleri gelmeye başladı, orayı ziyaret ediyorlar. Türkiye’nin her yerinde insanlar “Ya, gidelim Tekel işçilerini bir ziyaret edelim, bir moral verelim” demeye başlıyorlar. Bunu anlamak lazım değerli arkadaşlarım. Büyük hata yapıyor iktidar. Bir inat içinde yanlış bir siyaset kavramı var, dediğim dedik bir siyaset anlayışı, dayatmacı bir siyaset anlayışı bu anlayışı Başbakan bırakmalıdır. Bu çıkmaz yoldur. Kendisini uyarıyorum bir kez daha, direnmeyin Sayın Başbakan, direnmeyin, değmez, yazıktır, günahtır, o insanlara acıyın, o insanların ailelerine acıyın. (Alkışlar)
        
Değerli arkadaşlarım, Başbakan nedense hakkını isteyen insanlardan hoşlanmıyor. İşçileri sevmiyor, şimdi anlamaya başladık bakkalları da sevmiyor, esnafı da sevmiyor. Neymiş? Efendim, onlar artık demode, geçmişte kalmış, günümüzde anlam taşımayan küçük işletmelermiş. Onları ekonominin gelişmesi yok edecekmiş ve yok etmesi de uygunmuş. Alışveriş merkezleri onların yerine geçecekmiş. Bunu da artık hazmetmeleri lazımmış. Yapabilecekleri şey bir araya gelip alışveriş merkezi açmakmış. Yani esnaf, bakkallar, manavlar, kasaplar bir araya gelecek alışveriş merkezleri açacak. O alışveriş merkezi açacak olan o bakkallara, memleketin en güzel rant yerlerindeki araziyi sen mi tahsis edivereceksin Sayın Başbakan? Sen mi verivereceksin o araziyi? (Alkışlar) Oralarda alışveriş merkezi kurmak için gerekli krediyi oğlunun başında olduğu şirkete açtığın gibi sen mi açıvereceksin? Çoluk çocuğuna verdiğin destek gibi, iş adamlarına “Ya, bizim çocuğa da bir iş yeri ayarlayın oralarda” deyip açtırdığın desteği o insanlara AVM açmak için, alışveriş merkezi açmak için gerekli desteği birilerinin vermesini sen mi sağlayıvereceksin? (Alkışlar) 
        
Değerli arkadaşlarım, dünyanın her yerinde küçük işletmeler, esnaf, dükkân daima vardır ve daima var olacaktır. Bugün Avrupa’da ister Amerika’ya bakın ister İtalya’ya bakın, Avrupa ülkelerine bakın, küçük iş yerleri ekonominin temel unsurlarıdır. Öyle büyük alışveriş merkezlerinin bol ışıklı aydınlatılmış ortamlarında yapılan işlerin ötesinde küçük iş yerlerinde iş yeri sahibiyle müşteri arasındaki özel güven, karşılıklı anlayış ve birbirini anlama, birbirinin ihtiyaçlarını değerlendirme yaklaşımı içinde kurulan ilişkiyi hiçbir zaman ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bugün İtalya, esnafın ekonominin içinde, sanayinin içinde en önemli yer tuttuğu ülkelerin önde gelen bir örneğidir. Fransa aynı şekildedir ve onlar ekonominin de çok ciddi ağırlık merkezleridir. Türkiye’de 2 milyon aileyi, geçimini buralardan sağlayan insanları bunları yok saymak, bunları bir kenara itmek mümkün değildir. Başbakan büyük hata yapmıştır. Bakkal, sadece bir iş yeri değildir, bir sosyal merkezdir. Çevrenin sorunlarını, sıkıntılarını bilen, gerektiği zaman onlara veresiye alışveriş yapma imkânını sağlayan, gerektiği zaman sorunlarını, ödeyemediği zaman anlayışla karşılayan, kapıya icra memurunu taşımayan, haciz yapmaya kalkmayan, sıkıntısını bilen, aşması için gerekli anlayışı, desteği veren insanlardır. Aile yaşamının güvencesidir. Mahalle yaşamının güvencesidir. Sen onları kaldırıp insanları birer robot hâline getirdiğini zaman bu ülke yaşanmaz bir hâle gelir. Türkiye’nin temeli aileye dayanır, Türkiye’nin temelinde esnaf vardır, var olmaya devam etmelidir. (Alkışlar)
        
Senin görevin esnafa sahip çıkmaktır. Şartlar onu sıkıntıya sokuyorsa o sıkıntıyı nasıl göğüslemek lazım, onlara nasıl destek vermek lazım. Onlara “Sen de alışveriş merkezi kur” demektense gerçekten sorunlarını aşmalarına yardımcı olacak şekilde nasıl el uzatmak lazım onları arayıp bulmaktır. Anayasa, sosyal bir devlet olarak esnafa destek verme görevini, sorumluluğunu sana vermiştir, sen bunun üzerinde durmalısın. Yok olacak. İçinize sindirin, hadi siz de terhis olun gitsin. 2 milyonu insanı tarımdan kopardı yetmedi, şimdi esnafın, bakkalların iş yerlerinin kapatılmasını anlayışla karşılamayı sağlamaya çalışıyor. Böyle bir şey olmaz değerli arkadaşlarım. Yanlıştır. Bu temel yanlışları hep beraber anlatmaya çalışmalıyız.
        
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin ekonomik durumuyla ilgili konuşmamız gereken çok şey var fakat gündemimizde yer alan diğer konulara da değinmek istiyorum. Önce bir yeni gelişmeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Hatırlayacaksınız, kısa bir süre önce AKP büyük bir iddia ile çıktı ve dedi ki “Anayasa değişikliklerini derhal gündeme alacağız.” Anayasa Mahkemesinin aldığı karar dolayısıyla bunu söyledi. Yargı bağımsızlığı konusundaki tedirginliğini, rahatsızlığını ortadan kaldırmak, savcılarla, hâkimlerle sürtüşme konusunu ortadan kaldırmak için Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun yapısını değiştireceğiz dedi, ortaya çıktı bir büyük iddia ile ve bu çerçevede, hatırlarsınız, referandum yasasını, referandum süresini azaltarak değiştirmeyi öngördü. Tam bir hazırlıkla ayağa kalktı, anayasa değişikliği konusunda düğmeye bastı. Dikkatle izliyoruz, biz görüşlerimizi söyledik. Özellikle yargı bağımsızlığına el atıyor olmasının hiçbir şekilde kabul edilemez olduğunu, buna göz yumulamayacağını, bunun sıradan bir anayasa değişikliği olmayacağını, cumhuriyetin bir temel ilkesinin burada ortadan kaldırılacağını, siyasetin yargıya hükmetmesinin artık geride kalmış olması gerektiğine olan inancımızı ifade ettik ve buna karşı en etkili şekilde mücadele edeceğimizi söyledik. Hâkimler Savcılar Yüksek Kuruluna, yani Yargıtay’a yargıç atayan, Anayasa Mahkemesine yargıç atayan, yargının kalbine, beynine siyasetçi olarak biz elimizi uzatacağız dedi. Biz de uzatamazsın, yanlıştır, buna izin veremeyiz dedik ve gerekçelerimizi de söyledik. Gerekçelerimizden birisi de şu idi: Hâkimler Savcılar Yüksek Kuruluna milletvekilleri üye seçecek, yani AKP Grubu, Başbakanın onlara verdiği listeyi oylayarak oraya üye seçecek. Milletvekili olan kişilerin yargıyla ilişkisi ne durumda Türkiye’de? Yargıdan uzak, yargıyla işi olmayan, yargı hakkında tarafsız hüküm verebilecek, yargıya yukarıdan bakabilecek bir konumdalar mı acaba? Böyle bir tablo mu var? Baktığımız zaman ne görüyoruz? En son baktırdım. Meclisteki milletvekilleriyle ilgili fezleke sayısı 608 değerli arkadaşlarım, yani 608 adet fezleke, savcılığın talebi milletvekilleri hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına gelmiş ama milletvekilinin dokunulmazlığı olduğu için bu konuda harekete geçilemiyor. Milletvekilleriyle ilgili yargı süreci işletilemiyor, ifade alınamıyor, soru sorulamıyor, hakkında iddianame yapılamıyor, yargılanamıyor yargı sürecinin dışında. Kaç dosya var böyle? 608. Kaç milletvekili var? 550. Bazı milletvekilleri çok daha fazla fezlekeye sahip ama manzara bu. Şimdi böyle bir heyete biz diyeceğiz ki, sen hâkimini seç, yani hâkimini seçecek olanı sen seç. Senin hâkimine kumanda edecek olanı sen seç diyeceğiz. Bu anlayışla yola çıktılar. Bu olamaz dedik. Bu kesinlikle olamaz. Buna hiçbir şekilde biz göz yumamayız. “Referanduma gideceğiz, biliyoruz vermeyeceğinizi, indireceğiz süreyi referanduma gideceğiz” dediler. Onun üzerine dedik ki, referandum millete karşı tuzaktır ama referandum tuzağını kuranlar da bakarsın o tuzağa düşebilirler. Hesabınızı iyi yapın dedik, yani seçimden kaçıyorsunuz, erken seçim olmaz falan diyorsunuz ama bir referandum düğmesine basarsanız bir bakarsınız bu, milletin seçimden beklediğini, özlediğini gerçekleştirme şansını millete veren bir fırsat hâline geliverir ve bütün millet, ha, bu iktidar hakkında hüküm verme, bu iktidar hakkında nihai kararı verme fırsatı elime geçti der, bunu değerlendiriverir, bunun hesabını da yapın dedik. Şimdi memnuniyetle görüyorum ki, Başbakan bu hesabı yapmış, artık referandumun da o kadar kolay göze alınabilir olmadığı değerlendirmesini anlıyorum ki yapmış ve Anayasa değişikliği konusu artık AKP’nin daha önceki çeşitli söylemlerinde olduğu gibi, bir niyet beyanı, bir temenni, bir siyasi tartışma konusu konumunda kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır. “Bıçak sırtı denge var” diyor AKP’nin ”belli olmaz” diyor ama asıl söylemediği milletin referandumda ne yapacağı, onu kaygılandıran asıl olay odur. Asıl, milletin referandumda ne yapacağı konusunda güven duyamadığı için, bu anayasa değişikliğini millete taşımaya cesaret edemeyecektir. Bu gözlemimi de sizlerle paylaşıyorum. Bu önemli bir olaydır. Anayasayı değiştirme iddiasıyla ortaya çıktı, o da elinde kaldı, o da ne yazık ki bir boş politika olarak duruyor.
        
Değerli arkadaşlarım, bakınız bu çerçevede hep konuştuk, yani açılım ne hâle geldi, neredeyiz şimdi, açılımda hangi noktadayız? Ne oldu Kürt açılımı? Var mı böyle bir şey? Unutuldu. Ne oldu? Türkiye’yi ayağa kaldırdınız, birbirine kattınız ve yaraladınız, toplumu ayrıştırdınız, toplumun içine tereddüt ve korku tohumlarını ektiniz, kendi zihniyetinizi afişe ettiniz, ortaya koydunuz, anlayışınızı millet gördü. Şimdi cesaret edemiyorsunuz, orada durdu, kaldı. Bu ne politika? Bu ne biçim şey? Bu Türkiye’ye yararlı bir iş mi? Türkiye bundan bir şey kazandı mı? Çıkmaza girdi. Aynı şekilde nereye baksanız böyle. Bakınız en son geçen haftanın konusu darbe iddiası, Balyoz operasyonu. Ne oldu değerli arkadaşlar? Yani artık günümüzdeki sorunlar bitti, yavaş yavaş tarihten, geçmişten tutamak aramaya başladılar. 2010-2009 bırakıldı, 2002-2003 yılında böyle bir planlama yapılmış diye, yedi sekiz yıl öncesinden medet umar hâle geldiler, ne oldu? Nedir manzara? Efendim, bakıyoruz, inceliyoruz. Bakıp inceleyeceğiniz hiçbir şey yoktur, hiçbir şey yoktur. En son gele gele nereye geldiler? “Biz paslaşıyoruz kendi aramızda” dediler. (Alkışlar)
        
Şimdi, değerli arkadaşlarım, paslaşıyorsunuz da çok paslaşmayın kendi kalenize gol olabilir. (Alkışlar) Böyle kale önünde, tehlikeli sahada, her alanda paslaşma çok tehlikelidir. Hiç belli olmaz, ne olacağı belli olmaz. Şimdi, değerli arkadaşlarım, paslaşmaya gelmişler. Geçmişi birlikte mi suçlayacağız, yoksa ben tek taraflı suçlayacağım, sen bunu anlayışla mı karşılayacaksın mutabakatı mı yapmaya çalışıyorlar?
        
Değerli arkadaşlarım, bakın bir yandan, öyle büyük büyük iddialar ortaya atılıyor, öte yandan da ilgi çekici bazı gelişmeler ortaya çıkıyor. Mesela son günlerde “bir DVD ve bir CD kayıp” diye haberler çıktı. Çok önemli davalar. Bu Ergenekon konusunda, Danıştay cinayetiyle güya Ergenekon davası arasındaki bağlantıyı kuracağı ifade edilen bir DVD bir süre sonra öğrendik ki “kırılmış, bunu kullanamayacağız” diyorlar. Kim kırdı onu? Kim kırdı o DVD’yi? O DVD’de ne var? Türkiye’nin bütün siyasetini allak bullak edecek büyük bilgiler var, o bilginin kırıldığını öğrendik ama ne oldu? O DVD’de şunlar var diye yandaş gazetelerde korkunç yayın yapıldı. O yayınlarla belli bir etki sağlamaya çalıştılar. Şimdi mahkeme sürecindeyiz. Birileri dedi ki, “ya, getirin şu bizim hakkımızda bu ifşaatı yapan DVD’yi de bir de biz görelim bir inceleyelim.” Dediler ki “DVD kırıldı.” Şimdi, değerli arkadaşlarım, ne oldu? Bu DVD’yi incelemeyeceğiz, yani o DVD’yi kim hazırladı? Gerçekten hazırlayan kim? Kim bunu ayarlamış? Kim planlamış? Senaryoyu kim yazmış, kim uygulamış bunu çıkaracağız, kayıp. Nedir? İçinde bunlar var, siz içindekine bakın. Ya, içindekine bakalım da bunu kim söylüyor bir de onu inceleyelim. İncelemeyin. Şimdi, birinci olay bu. Ne oldu kardeşim? Böyle hukuk olur mu, böyle dava olur mu? O DVD’siz yapın, sadece ithamları kafanızda taşıyın. Yine aynı şekilde bir şey daha çıktı. Bu Balyoz planının bulunduğu DVD kırılmış ve Danıştay saldırısı ile Ergenekon arasındaki bağlantı kuran delillerin bulunduğu CD de kayıp, o CD’yi de bulamıyorlar. Sanıklar diyor ki “Getirin şu CD’yi bir görelim.” “Arıyoruz, arıyoruz” diyorlar. “Bulsak vermez miyiz” diyorlar. Yani ona göre iddianame yazmışsın, ona göre suçlamayı yapmışsın, şimdi tahkikat aşaması, şimdi yargılama aşaması, getirin bir görelim, biz de görelim şunu. “Kayıp, vallahı billahi yok bizde.” Aynen bu yazılmış, “Olduğu zaman göndeririz” diyor savcılar. (Alkışlar)
 
Değerli arkadaşlarım, yani böyle bir yargılama s
 
Kemal SAĞ Facebook Sayfası
Yeni Adana Gazetesi
Merhaba Gazetesi
Radyo Seyhan
Kanal A
Ekspres Gazetesi
Serbes Haber
Adana Haber Net
Adana Haber
Haberler.Com
TBMM
 
 
Online : 11 , Ziyaretçi: 1197338 , Sayfa gösterimi: 8939131Yönetim