-''EĞER
SAYIN CUMHURBAŞKANI BÖYLE BİR AÇIKLAMA YAPARSA, CHP OLARAK, UZLAŞMA YAKLAŞIMINI, EN İYİ NİYETLE
SONUNA KADAR GERÇEKLEŞTİRİRİZ''
-''NİYETİNİZ
EĞER 24 MADDEYİ DEĞİŞTİRMEKSE, GETİRİN O MADDELERİ, ELBİRLİĞİYLE, REFERANDUMA HİÇ GEREK KALMADAN
DEĞİŞTİRELİM”
-“DÜNYADA
HER YERDE YARGI, ''DUR'' DİYEBİLİR. İTALYA'DA, BERLUSCONİ'YE ''DUR''
DENİLDİ. TÜRKİYE'DE BİZİMKİLER DİYOR Kİ, 'BANA KİMSE DUR DEMESİN”
-“YA
SEN NESİN ALLAH AŞKINA? ALLAH, PEYGAMBERE DAHİ, HESAP VERME GÖREVİNİ,
SORUMLULUĞUNU YÜKLEMİŞ, SEN HESAP VERMEDEN, NASIL ÇIKACAKSIN”
-“SANA
FREN OLMADAN BU DEVLET NASIL YÖNETİLECEK? HERKES FİİLİNİN HESABINI
VERECEK, KİMSE HATADAN, GÜNAHTAN, KUSURDAN MÜNEZZEH. OLAMAZ”
-''BAŞBAKAN’A
GEL MİLLETİN ÖNÜNE ÇIKALIM, TARTIŞALIM DİYORUM BAŞBAKAN, BEN ZEVKİMİ
ALDIM DİYOR. SENİN ZEVKİN İÇİN YAPMIYORUZ. MİLLETİN BİLGİLENMESİ İÇİN
YAPIYORUZ. NE KAÇIYORSUN MİLLETTEN? BENDEN NE KAÇIYORSUN? KENDİNE,
GÜVENİYORSAN ÇIK KARŞIMA. KORKMA SANA YOLSUZLUKLARI SORMAYACAĞIM””
-'BEN
MİLLETE DE KENDİME DE GÜVENİYORUM, NE SÖYLEYECEKSEN GEL MİLLETİN ÖNÜNDE
SÖYLE. BAŞBAKAN, TARTIŞMADAN KAÇIYOR. 3 TEHLİKELİ, SAKINCALI MADDEYİ,
ÖBÜRLERİNİN ARKASINA SAKLIYOR. SAKLANMA BAŞBAKAN, MADDELERİ DE SAKLAMA,
AÇIK OL, ŞEFFAF OL”
-“BAŞBAKAN
YARGIÇLARA CÜPPEYİ ÇIKAR DİYECEĞİNE, ÖNCE O SÖZ VERDİĞİ
DOKUNULMAZLIKLARLA İLGİLİ DÜZENLEMEYİ YAPSIN., ARKASINA SAKLANDIĞI O
DOKUNULMAZLIK GÖMLEĞİNİ ÇIKARIVERSİN”
-“NE
KADAR GAYRET EDERSEN ET, SEN YARGIÇ CÜPPESİ GİYEMEZ VE O YARGIÇ
KÜRSÜSÜNDE OLAMAZSIN. EĞER O MAHKEMEDE OLMAK İÇİN ÇOK ISRAR EDERSEN
GÜNÜN BİRİNDE BULANACAĞIN YER O YARGIÇLIK KÜRSÜSÜ OLMAYACAKTIR''
-“ ANAYASA
DEĞİŞİKLİĞİ, İKTİDARIN İSTEĞİ DOĞRULTUSUNDA ŞEKİLLENİRSE ADALET,
TAMAMEN SİYASALLAŞIR. AKP’NİN ZİHNİYETİ, ADALETE DE HAKİM OLUR. DEVLET
DÜZENİMİZİN KUBBESİ ORTADAN KALKAR. ALLAH TÜRKİYE'Yİ BÖYLE BİR
TEHLİKEDEN KORUSUN”
-“UMARIM,
BU GİDİŞİN SONU HAYIR OLUR'
-''AKP'NİN,
İMZALARI GERİ ÇEKMESİYLE ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNDEKİ YANLIŞLIKLARI, İYOT
GİBİ, ORTAYA ÇIKMIŞTIR'' CHP GENEL BAŞKANI DENİZ BAYKAL’IN; 06.04.2010 TARİHİNDE GRUP GENEL KURUL TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, sevgili vatandaşlarım; hepinizi
içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum, hoş geldiniz. (Alkışlar)
Yine çok hareketli bir dönemden geçiyoruz. Türkiye cumhuriyet tarihinin
hiçbir döneminde yaşanmamış krizlerle karşı karşıya. Bu krizlerin
odağında yargı kurumu var. Yargı, tarihimizin hiçbir döneminde bu kadar
ağır baskılara, saldırılara, müdahalelere hedef olmamıştı. Yargı bu
kadar kendi içinde çelişkilere, tutarsızlıklara sürüklenmemişti. Halkın
gözünde saygınlığı bu kadar tartışmalı bir noktaya gelmemişti. Bu tablo
tabii çok vahim bir tablodur, çok ağır bir tablodur ve bunun yol
açacağı çok daha ağır, çok daha vahim gelişmeler vardır fakat sadece
şuna işaret etmek istiyorum: Bu yaşadığımız manzaranın altında hiç
tereddüt etmeyin yargıya özgü nedenlerden çok siyasete özgü nedenler
yatmaktadır. Türkiye’deki bu krizin, bu yaşanmakta olan ağır tablonun
hiç şüphe yok ki temel sorumlusu yargıya sürekli müdahale eden, sürekli
kendi anlayışına, kendi zihniyetine göre bir yargı şekillendirmek
isteyen, her türlü müdahaleyi kendisine hak bilen ve yargıyı bu noktaya
getiren iş başındaki iktidardır. Türkiye’de her kurumun tartışılacak,
eleştirilecek yönleri vardır. Demokrasi ve toplumsal gelişme bütün
bunların ele alınacağı, tartışılacağı mekanizmaları bize sunar. Bunu
elbette değerlendirmeliyiz ama şunun bilinmesini istiyorum ki: Eğer
yargı bugünkü noktaya, tarihimizin hiçbir döneminde benzeri görülmemiş
bu noktaya sürüklenmişse bunun altında yatan temel neden bugünkü
iktidarın zihniyetidir, anlayışıdır ve yargıya sürekli müdahale etmekte
oluşudur. (Alkışlar) Düşünün ki bu müdahalelerin daha anayasal bir
temeli yoktur. Sadece fiilî durum kullanılarak, birtakım açık kapılar
değerlendirilerek, kadrolaşma konusunda atılmış olan adımların
meyveleri toplanarak bu çelişkiler, bu tutarsızlıklar ortaya konmuştur.
Eğer anayasa değişikliği iktidarın istediği biçimde sonuçlanacak olursa
hiç kuşku duymayınız Türkiye’de artık adalet tamamen siyasallaşmış
olacaktır. Bir siyasi partinin zihniyeti tarafsız ve siyasetin dışında
olması gereken adalete de hâkim olacaktır. Allah Türkiye’yi böyle bir
tehlikeden korusun. Tabii ondan önce hepimiz korumalıyız, milletimiz
korumalıdır, hukukun kendisi korumalıdır. Umut ediyorum bu koruma
mekanizmalarımızı etkin bir biçimde çalıştırmayı başarırız ve ülkemizi
böyle bir olumsuzluğa sürüklenmekten el birliğiyle alı koyarız. Değerli
arkadaşlarım, ayrıntılara girmek istemiyorum. Ayrıntılara girip kimseyi
üzmek, rencide etmek istemiyorum, sadece karşımızdaki tabloya tepkimi
ifade etmekle yetiniyorum. Umarım, bu gidişin sonu hayır olur. Umarım,
olumlu bir noktaya, hayırlı bir noktaya Türkiye’yi taşırız,
ulaştırırız. Hiçbir zaman bu kadar ağır bir yargı kriziyle Türkiye
karşı karşıya kalmamıştı.
Değerli
arkadaşlarım, gündemimizdeki anayasa değişikliği konusuna geçelim. Bu
konuyu ele alıp kimseyi daha üzmek istemiyorum ama bu gidişe artık bir
dur denilmesinin kaçınılmaz olduğunu herkesin değerlendirmesini
istiyorum. Değerli arkadaşlarım, anayasa değişikliği tartışması geride
bıraktığımız haftada ilginç yeni tabloların ortaya çıkmasına vesile
oldu. Önce, anayasa değişikliğiyle ilgili Türkiye Büyük Millet
Meclisine yapılan başvurunun nasıl bir sahte imza listesiyle
gerçekleştirildiği ortaya çıktı. Tabii bu, çok temel bir olaydı, yani
birileri bu olayı, canım, ne önemi var, şu kadar milletvekili var. Bir
tane imza atmaması gereken insanın imzası varsa önemli değil, o çıkar,
üstünü çizeriz, başkası yazılır, bu iş halledilir gibi değerlendirmeye
çalıştı. Tabii bu değerlendirme, anayasa değişikliğinin hukuki
anlamının ne olduğunun kavranamadığını bize gösteriyor. Değerli
arkadaşlarım, anayasa değişikliği bir grup kararıyla, parti kararıyla,
bir bakanlar kurulu tasarısıyla ortaya konulabilecek bir konu değil,
anayasa değişikliği teker teker her milletvekilinin kendi özgür ve
bağımsız iradesiyle belli bir anayasa değişikliği teklifini kabul
ettiklerini imzalarıyla ifade etmesi hâlinde ancak ciddiye alınabilecek
bir öneri. Anayasamız bunu düzenlemiş, 184 milletvekili, partisi ne
olursa olsun, eğer bir araya gelip biz şu değişiklikleri
gerçekleştirmek istiyoruz diye bir teklif yaparsa ancak o zaman ben
bunu ciddiye alırım diyor. Efendim, 184 imza var, işte bizim partimizin
şu kadar üyesi var, getirin konserve imzaları, stoktaki imzaları
veriverelim diye anayasa değişikliği olmaz. Olur zannediyorsan sen,
anayasayı anlamamışsın. Anayasa değişikliğinin hangi şartlarda nasıl
gerçekleştirileceğinden senin haberin yok demektir. Maalesef böyle bir
tablo gözüktü. Eski Meclisi olağanüstü toplantıya çağırmak için alınmış
olan imzaları anayasa değişikliğinin içine koydular. Meclis Başkanının
da imzası var. Meclis Başkanın anayasa değişikliğinde oy kullanması
mümkün değil. Bu anayasa değişikliğine tepkisini ifade etmiş, buna oy
vermeyeceğini söylemiş olan AKP’li milletvekilinin de imzası var. Onun
haberi yok. Meclis Başkanı “Benim haberim yok” diyor. Kimsenin haberi
olmadan onlar adına bir anayasa değişikliği birilerinin uygun görmesi
üzerine veriliveriyor. Bu tabii, ciddi bir zafiyet. Bunu arkadaşlarımız
tespit ettiler. Zamanında uyarılarını yaptılar. Tuzak kurmadılar.
Bazıları, bizi, şimdi o açıdan, ya, niye sesinizi çıkardınız, bırakın
yapsınlar o hatayı. İşte, bir gerekçe daha çıkar Anayasa Mahkemesine
diyorlar. Bizim siyaset üslubumuz o değil, biz doğruları söylüyoruz,
kimseye tuzak kurmuyoruz, yanlışa yanlış diyoruz, yapılmaması gerekene
yapmayın diyoruz. (Alkışlar) Ve bir yanlıştı, tek yanlış bu değil,
başka yanlışlar var. Bu yanlış şimdiden ortaya çıktı, onlar da kabul
ettiler. Öbür yanlışlar daha sonra ortaya çıkacak. Şimdiden o
yanlışları da söylüyoruz, yapmayın bunları diyoruz. Burada da çıktık,
iyi niyetle, uyarılarımızı yaptık ve önce tabii bir hazımsızlık ve
tepki, “efendim, doğru değil, bu gerçek dışıdır, mahkemeye vereceğiz
böyle söyleyenleri” bize söylenenler bunlar. “Ne olmuş, olursa üstünü
çiziveririz. Velev ki öyle olsa da nedir, şu kadar milletvekilimiz
var…” Yani bunların hepsi yanlış sözler, bunlar ciddiyetsiz sözler, bir
hükümete yakışmayan sözler. Bir hükümet, olayı böyle değerlendirirse,
işte Türkiye’de yaşadığımız sorunlar, krizler çıkar. Böyle baktılar ama
bir süre sonra baktılar ki olay ciddidir. Bu, daha anayasa
değişikliğinin anayasanın öngördüğü şekilde yapılamamış olduğunu ortaya
koyar ve derhal bu geriye çevrilir. Bu ortaya çıkmıştır. Onun üzerine
işte imzalarını geri çektiler. Niye imza attın? Niye çekiyorsun? Yani
izahı mümkün değil. İmzaları geri çektiler. Başbakan yine tepeden
konuşmaya devam ediyor. “Efendim, muhalefetin hastalığı vardı, onun
için çektik.” Muhalefetin hastalığı yok Sayın Başbakan, hasta olan
sensin, sen. (Alkışlar) Ona buna konuşuyor “iyot gibi açığa çıktılar.”
AKP’nin Anayasa değişikliği konusundaki yanlışlıkları iyot gibi işte bu
imzayı geri çekerek ortaya çıkmıştır. (Alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, hatırlarsınız, daha bu geri çekme kararından kısa bir
süre önce çıkmış demiştim ki, şimdi bunu geri çekeceklerdir, hiç merak
etmeyin, daha çekme kararı yokken söylemiştim, bu tartışılırken
söylemiştim. Tartışılır tarafı yok, olay çok açık. Geri çekeceksiniz
dedim, geri çektiler. Gene hatırlayın, geçen hafta bu kürsüde burada,
Amerika’ya gidecektir, merak etmeyin dedim. (Alkışlar) Şimdi öğrendik
ki, Başbakan Amerika’ya gidiyor. Yani biz onu yanlış yaparken yanlış
diyoruz, sonra o yanlışın altında kalacaksın, toparla kendini, bak
çıkış yolu budur diyoruz. Geri çek onu, yoksa işin yürümez diyoruz. Ona
itiraz ediyor, bize kızıyor, bağırıyor çağırıyor, ama bir süre sonra
tıpış tıpış Cumhuriyet Halk Partisinin söylediği noktaya geliyor. Son
hafta içinde bunun iki örneğini yaşamış bulunuyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi anayasa değişikliğiyle ilgili kamuoyumuz da çok
tartıştı, yargı organları düşüncelerini söyledi ve durum büyük ölçüde
netleşti. Bu tabloya bir kez daha hepimizin dikkatini çekmek istiyorum.
Şu gözüküyor: Anayasa değişikliği içinde son noktada 30 madde var, 3’ü
geçici madde, 27 öneri var. Bu 27 önerinin, değerli arkadaşlarım, 3
tanesini bir tarafa bırakırsak, 24 tanesiyle ilgili Türkiye’de bir
tartışma yoktur, bir çekişme yoktur, bir gerginlik yoktur, 24 maddeyle
ilgili anayasa değişikliği konusunda bir sıkıntı yoktur. O konularda
anayasa değişikliği bundan sekiz yıl önce de getirilebilirdi, beş yıl
önce de getirilebilirdi, bir yıl önce de getirilebilirdi, bir ay önce
de getirilebilirdi, şu anda da ayrı olarak getirilebilir, yarın da
getirilebilir. Bunlar bu şekilde geldiği zaman Mecliste bir tartışma,
bir gerginlik olmaz, herkes yanlışını düzeltmeye çalışır. Bak, onu öyle
ifade etmeyelim, böyle ifade edelim der ve daha mükemmel bir tasarıya
dönüşür, daha doğru bir tasarıya dönüşür. Siyasi mücadele konusu olmaz
o maddeler ancak daha geliştirme, daha olgun, daha doğru bir çözüm
arayışına fırsat verir, 24 tanesi böyle. 3 madde var. Bu 3 maddeyi de
bunun içine koyuyor Sayın Başbakan, diyor ki, “arkadaşlar, 27’sini
birlikte ya kabul, ya ret.” Ya, bu doğru bir yaklaşım değil. Bu,
hukuken geçerli değil. Bizim anayasamızın 175’inci maddesindeki
düzenlemenin ancak birbiriyle bağlantısı olan konularda hangi
maddelerin bir arada oylanacağını Meclisin kararlaştırmasını öngörüyor.
Yoksa birbirinden tamamen kopuk, ilgisiz maddeleri aynı sepetin içine,
aynı çuvalın içine yerleştir anlamında bir izin gibi onu anlamak doğru
değildir. Değerli arkadaşlarım, bu neyi gösteriyor? Tartışmalı 3 madde
var, hem de büyük tartışma. O 3 madde öyle 3 madde ki arkadaşlarım, o
gerçekleşir ise, Türkiye’de devlet düzenimizin kubbesi ortadan
kalkacaktır, devlet düzenimizin çatısı, temel hesabı, statik dengesi
devletimizin bozulacaktır, sarsılacaktır. Çok ciddi bir yanlış. Niye?
Çünkü üç kuvvetin içinde bağımsız kalabilmiş tek kuvvet var, yargı.
Belli bir ölçüde bağımsız, müdahaleler vesaire oluyor ama bir kendi
kimliği var. Hiçbir siyasi partinin emrinde değil. Anayasanın özünü
içselleştirmiş, o anlayışta görevini yapan bir yargımız var. Bunu da
kaldıracağız, bunu da siyasal anlayışın bir parçası hâline
dönüştüreceğiz, siyaseti oraya da taşıyacağız. Şimdi, değerli
arkadaşlarım, bu çok tehlikeli gelişmelere yol açacak bir olaydır çünkü
Anayasa Mahkemesi bildiğiniz gibi hem Türkiye’deki çok büyük siyasi
tartışmaların düğümlendiği noktalarda yerinde müdahaleler yaparak
siyasi hayata sükunet getirebiliyor. Bunun en son örneklerinden biri bu
mayınlı arazinin yabancı ülkelerin denetimine bırakılmasını öngören
yasa konusunda yaşadık. Demek ki Meclisten böyle bir yasa çıkarmış,
demek ki Türkiye’nin sınır bölgesini bir yabancı şirket, hangi
milletten olursa olsun, gelip orayı ben temizledim deyip 49 yıllığına
orayı kullanmasına demek ki bir Meclis, daha doğru bir ifadeyle, bir
Başbakan kontrolündeki Meclis çoğunluğunu oraya zorlayabilirmiş, öyle
bir kanun biçimsel olarak çıkar imiş. Böyle bir kanun çıktıktan sonra
Türkiye’nin kendisini koruma mekanizmasını harekete geçirmesine gerek
yok mu? O mekanizma işte Anayasa Mahkemesiyle geçti. Anayasa Mahkemesi,
bir dakika, yanlıştır, olmaz dedi ve durdurdu. Yani şimdi bu düzeni
kaldırırsak, değerli arkadaşlarım, siyasi iktidarın frenini koparmış
oluruz. Fren zannetmeyin ki, bir arabanın hedefe gitmesine engeldir.
Onun işlevi durdurmak. Sadece gazla ileriye giderim, frene gerek yok
derseniz, hangi felaketler ortaya çıkar ise, frensiz bir araçla
engebeli bir yolda, inişli çıkışlı bir yolda hangi tehlikelerle karşı
karşıya kalırsanız böylesine bir anayasal freni olmayan, iktidarın tüm
emrinde, gaza bastı mı bütün mekanizmalar aynı istikamette harekete
geçecek bir düzen oluşturulur ise –ki, şimdi Türkiye’de o yapılmak
isteniyor- o arabanın başına gelecek felaket toplumun başına ve
devletin başına gelir. Yanlış bunlar. Dünyanın her yerinde yargı dur
diyebilir. İtalya’da Berlusconi’ye dur diyor. Demek lazım, ihtiyaç
ortaya çıkıyor, dur diyor. Türkiye’de bizimkiler diyor ki, bana kimse
dur demesin kardeşim. Ya, sen nesin Allah aşkına? Allah, Peygambere
dahi hesap verme görevini, sorumluluğunu yüklenmiş, sen hesap vermeden
nasıl çıkacaksın? Sana fren olmadan bu devlet nasıl yönetilecek?
(Alkışlar) Yani herkes fiilinin hesabını verecek, birisi hatadan
münezzeh, günahtan münezzeh, kusurdan münezzeh, ne isterse o olacak.
Mecliste de o olacak, hükümette de o olacak, mahkemede de o olacak
böyle bir şey olur mu değerli arkadaşlarım? Şimdi buraya gidiyor bu iş,
yanlış. Eğer bunun doğru olduğuna inanıyorsanız diyoruz ki, ya bunu
ayırıverin, bunu ayırın. Yani bu konuda karar önce Türkiye Büyük Millet
Meclisinde, sonra da millette değil mi? O zaman bunu Türkiye Büyük
Meclisine de, millete de ayırarak götürelim, milletten ne
korkuyorsunuz, milletten niye kaçıyorsunuz, bırakın millet kararını
alsın. Biz bunları anlatalım, siz de hangi ihtiyaçla bunu getirdiyseniz
onu anlatın, millet dinlesin ama o konuda karar alsın. Saklanmayın,
başka birtakım düzenlemelerin, tartışma konusu olmayan düzenlemelerin
arkasına gizlenmeyin, saklanmayın, dürüst olun, açık olun; kendinize
güvenin, millete güvenin. Ne kendilerine güveniyorlar, ne millete
güveniyorlar. Pazar günü Samsun’da dedim ki, bu önemli bir konu.
Türkiye’nin bunu ciddi bir tartışma süzgecinden geçirmesi lazım.
Dünyanın bütün demokrasilerinde seçim öncesinde ya da böylesine önemli
referandum öncesinde her iki görüşe sahip çıkan insanlar milletin gözü
önüne gelirler, bu konuyu ayrıntılı olarak konuşurlar, millet de
dinler, millet de kararını ona göre alır. Seçimden önce olur,
Amerika’da oldu, Fransa’da oldu, referandumdan önce olur, millet bir
karar alırken her görüşün sahibi ne söylüyor ben bir dinleyeyim deme
hakkına sahiptir. Bu, bizim kendi kişisel tatminimiz için gereken bir
şey değildir, uygulanan bir şey değildir. Başbakana dedim ki, Sayın
Başbakan geliniz televizyonda karşılıklı çıkalım ikimiz, bu anayasa
değişikliğiyle ilgili siz düşüncelerinizi anlatınız, ben düşüncelerimi
anlatayım; siz bana sorunuz, ben size sorayım, millet de dinlesin. Bu
olmadan demokratik süreç işlemez, demokrasi işlemez. Özgürlük dediğin
işte budur, tartışma özgürlüğüdür, soru sorma özgürlüğüdür, senin
ağzından açıklama talep etme özgürlüğüdür. (Alkışlar) Başbakana bu
öneriyi yaptık. En demokratik öneri, dünyanın her yerinde uygulanan
öneri. Böyle bir referanduma giderken elbette Türkiye’de televizyona
ana muhalefet başkanı ile Başbakan çıkar ve bu konudaki görüşlerini
karşılıklı olarak ifade ederler. Başbakan diyor ki “Ben lisede münazara
yapıyordum, zevkimi aldım artık” diyor. Başbakan, senin zevkin için
yapmıyoruz, milletin bilgilenmesi için yapıyoruz, ne kaçıyorsun
milletten? (Alkışlar) Benden mi kaçıyorsun? Kendine güveniyorsan çık.
Millete güveniyorsan, ben milletime güveniyorum, ne söyleyecekmişsin,
gel söyle milletin önünde deyiversene. Bak, bak ben kendime
güveniyorum, mesela ben sana diyorum ki çık milletin karşısına,
söyleyiver bir dinleyelim bakalım. (Alkışlar) Başbakan tartışmıyor,
tartışmadan kaçıyor. O 3 tehlikeli, sakıncalı maddeyi öbürlerinin
arkasına saklıyor. Saklanma Başbakan, maddeleri de saklama, sen de
saklanma, açık ol, aleni ol, şeffaf ol. Diyor ki “Milletvekilleri
Mecliste maddeleri tek tek oyladı, o nedenle ben size hap yaptım, şimdi
millet olarak oylayın. Kardeşim, sen bunu Mecliste tek tek oylattın da,
Meclis oylamayla anayasa değişikliğini kabul etti mi? Kabul etmedi.
Meclise kabul ettiremedin, kim kabul edecek? Millet kabul edecek. Peki,
millet kabul ederken tek tek milletin oylama hakkı yok mu? Bu kabul
edilmemiş, olgunlaşmamış, kabul edilir noktaya gelmemiş bir taslak bu.
Şimdi, o taslağı sen Mecliste tek tek oylatarak kabul ettirememişsin,
millete, hap gibi, hepiniz onaylayıverin diyorsun. Yok öyle şey… Yok
öyle şey… Bu hapın içinde tehlikeli maddeler var, zehirli maddeler var,
buna karşı millet uyanık olmalıdır. O hapı içerse milletin midesi
bozulur, tansiyonu yükselir, kalbi sıkıntıya girer, çok ciddi
tehlikeler var. Koy da millet kendisi baksın canım. Hayır, kaçıyor
Başbakan. Böyle şey olur mu? Bunu saklamış öbürlerinin arkasına böyle
kabul edin. Bunu böyle Mecliste kabul ettiremiyor, millete kabul
ettirecek.
Değerli
arkadaşlarım, bu, samimi bir yaklaşım değildir, dürüst bir yaklaşım
değildir, kendine güvenen bir yaklaşım değildir, halka saygılı bir
yaklaşım değildir, millete saygılı bir yaklaşım değildir ama böyle. Ben
yaptım, oldu. Bak, Anayasa Mahkemesi Başkanı bir süre önce dedi ki:
“Ben yaptım oldu diye anayasa değişikliği olmaz.” Anayasa Mahkemesi
Başkanı söyledi bunu. “Uzlaşın, anlaşın öyle gelin, yoksa konu önümüze
gelir” dedi. “Gelmesin” dedi. Şimdi, eğer bu konu, değerli
arkadaşlarım, bu kadar uyarısı millet tarafından yapılan bu konu
Anayasa Mahkemesinin önüne gelir, Anayasa Mahkemesi bu konuda yanlış
yaptınız kararını verirse, Allah aşkına söyleyin, bunun sorumlusu, bu
yanlışları bile bile, bu söylediğimiz uyarıları dikkate almadan Anayasa
Mahkemesi iptal ederse, hazırlıksız bir şekilde imza girişiminde olduğu
gibi bu konuyu Anayasa Mahkemesinin önüne götüren yanlışları yapanlarda
mıdır, bu işin sorumlusu, bunun arkasındaki Başbakan mıdır, yoksa bu
hukuka aykırı, anayasaya aykırı diye karar alacak olan hukukçularda
mıdır? Çok açık, sen bile bile oraya doğru götürüyorsun. Olduğu zaman
vay, ne oldu diye şikâyet etmek üzere bile bile bu yanlışı
gerçekleştiriyorsun. Bu, doğru değil, değerli arkadaşlarım.
Bakınız,
bu konuda yapılan ince, kamuoyumuzun yeterince fark etmediği bazı
noktalara da dikkati çekeyim. Şimdi, bu organlara üye seçilirken, yani
Anayasa Mahkemesine, Hâkimler Savcılar Yüksek Kuruluna, devrede bazı
kurumlar var, o kurumların arkasından iş çevriliyor. Ne var? Meclis
var. Ne var? Yargıtay var, Danıştay var, barolar var falan. Var da,
Meclis nasıl üye seçiyor, Yargıtay, Danıştay, barolar nasıl üye
seçiyor? Meclis, diyelim 2 üye seçilecekse, o 2 üyeyi de her
milletvekili 2’sini de yazarak seçiyor. Böylece ne oluyor? Meclisteki
çoğunluk… Meclis dediğin içinde ana muhalefet var, başka bir muhalefet
var, başka bir siyasi parti var, bağımsızlar var, Meclis seçti dediğin
zaman sanki bu yapısıyla Meclis seçiyor gibi bir izlenim doğuyor.
Hayır, o yapısıyla seçmiyor, Meclisteki çoğunluk ne isterse o Meclis
adına seçilmiş gibi sunuluyor. 2 üye mi önerilecek, o 2 üyeyi önerecek
olan AKP Grubudur. AKP kimi seçerse, Başbakan, AKP milletvekillerine
hangi 2 ismi önerirse o 2 isim Meclisten çıkacaktır. Peki Yargıtay’da
ne olacak, Yargıtay nasıl seçecek? Yargıtay öyle değil. Eğer 2 aday
belirlemesi gerekiyorsa Yargıtay’ın herkes 1 kişiye oy verecek. Sonra
her bir seçilecek il için 3’er tane olmak üzere oy alanlar sıralanacak,
böylece fevkalade mütevazı, çok düşük oy almış olanlar da bu konuda
karar alacak olan merciin önüne gelecek. O merci isterse en az oy
alanı, rektör seçiminde olduğu gibi, bilmem dekan seçimlerinde, YÖK
seçimlerinde olduğu gibi istediğini seçebilecek. Değerli arkadaşlarım,
bunlar ince tuzaklar, böyle tertipler, alınmış olan tertipler. Niye
siz, aynı usulle seçmeyi hem Yargıtay’da hem Mecliste kabul
etmiyorsunuz? Mecliste en çok oy alan 2 kişi, birden yazılabilecek, ama
öbürleri, 6 isim yazacaksa da tek tek isim yazacak, sonrada
sıralanacak. Bu, bu konuda kamuoyunun yeterince dikkat etmediği bir
başka tuzak.
Bir
başka nokta şu: Anayasamızın, 12 Eylül Anayasasının geçici 15’inci
maddesini kaldırmaya yönelik bir teklif var ama aynı zamanda geçici
15’inci maddede getirilen haksız dokunulmazlığı, suç işleme ve suç
işledikten sonra hesap sorulmama zihniyetini aynen bu anayasada yer
alan iktidar partisine yönelik olarak da yerleştiriyorlar. Yani iktidar
partisi yaptığı hukuksuzluklardan dolayı ne dün, ne bugün, ne yarın
hiçbir zaman hesap verme durumunda olmayacak. Yani anayasada kaldırılan
geçici 15’inci madde, yeni anayasa ile geçici olmaktan çıkarılarak
kalıcı bir düzenleme hâline dönüştürülmüş olacak. Bu noktaya da dikkati
çekeyim fakat işin esası dediğim gibi bu oylama biçimidir. Bunu hepsini
birden oylamayı çok temel bir anlayış olarak görmektedir. Şimdi, bu
noktada değerli arkadaşlarım, ben, Sayın Cumhurbaşkanına milletin
önünde tarihi bir öneri yapmak istiyorum: Bizim anayasamız, Sayın
Cumhurbaşkanının, önüne gelecek olan anayasa değişikliklerinin, böyle
paket hâlinde oylanmasına yönelik bir düzenleme olsa da son oylamada
hepsi yeter sayıya ulaşmış ise, onların arasındaki milletin karar
almasını zorunlu kıldığını Sayın Cumhurbaşkanının takdir edeceği
maddeleri ayırarak halkoyuna sunma imkânını da getirmiştir, böyle bir
imkân vardır. Yani Sayın Cumhurbaşkanı önüne gelecek bu 3’ü geçici, 27
maddenin içinden 3 tanesini ayırabilir, demin konuştuğumuz üç maddeyi
ve diyebilir ki, eğer son oylamada hepsi üçte 2’nin üzerinde oy
almışsa, Mecliste siz bunu üçte 2 oyla halettiniz ama bu 3 maddeyi ben
milletin oyuna, referanduma sunmak zorundayım. Bu, büyük ve köklü bir
düzenlemedir. Bu düzenlemenin Meclisteki bir oylamayla
sonuçlandırılması kabul edilemez. Hukukçularıma incelettim, böyle bir
yetkimin olduğunu da görüyorum, bu yetki doğrultusunda ben de o 3
maddeyi referanduma sunacağım. Eğer Sayın Cumhurbaşkanı, böyle bir
açıklamayı bu süreç içinde Mecliste oylamalara geçmeden önce yapacak
olur ise, sanıyorum hem bu konunun Türkiye’de bir gerginlik ve
kutuplaşma yaratmasının önüne geçmiş olur hem de Cumhurbaşkanlığından
milletimizin beklemeye hakkı olan davranışı çok sorumlu bir şekilde
sergilemiş olur. Eğer Sayın Cumhurbaşkanı, kamuoyumuzun önünde o 3
maddeyi referanduma mutlaka sunacağını, hangi oyu alırsa alsın son
oylamada bu düzenleme, o 3 maddeyi ayırıp referanduma sunacağını, buna
yetkisi olduğunu, bu uygulamanın daha önce yapılmış olduğunu, şimdi de
kendisinin yapacağını açıkça ilan ederse Türkiye’deki bu gerginliği
ortadan kaldırma bakımından çok önemli tarihi bir hizmet yapmış olur.
Eğer Sayın Cumhurbaşkanı böyle bir açıklama yapar ise, biz de
Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu anlayış doğrultusunda bir uzlaşma
yaklaşımını en iyi niyetle sonuna kadar gerçekleştiririz. (Alkışlar)
Bunu bu gergin ortamda iyi niyetli, yapıcı bir öneri olarak Sayın
Cumhurbaşkanının takdirine sunmak istiyorum. Bunun yapılmaması hâlinde,
Mecliste o 27 maddenin 24 tanesinin referanduma gerek kalmadan, milleti
yormadan anayasal bir değişim gerçekleştirme şansı ortadan
kaldırılacaktır ve hatta belki daha sonraki aşamalarda tümünün
engellenmesi olasılığı da söz konusu olabilecektir hem referandum da
hem anayasal denetim aşamasında. Bunlar yanlış. Eğer derdimiz üzüm
yemekse, eğer derdimiz o 24 maddeyi anayasa değişikliği yaparak hayata
geçirmek ise size Cumhuriyet Halk Partisi olarak diyoruz ki, getiriniz
o maddeleri elbirliğiyle referanduma hiç gerek kalmadan birlikte
sonuçlandıralım. (Alkışlar) Yani bundan daha iyi niyetli bir öneri ne
yapılabilir Allah aşkına? Ne yapılabilir? Ortada tartışmalı 3 madde
var. Bizim anlayışımıza göre çok sakıncalı, anayasamıza aykırı. Bunu
ben söylemiyorum, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yapmış insanlar ifade
ediyor, yargının en yetkili insanları ifade ediyor, bu işin en yetkili
bilim adamları ifade ediyor, aykırı, büyük bir ihtimalle döner,
dönebilir. Bu tehlikeyi niye göze alıyorsunuz değerli arkadaşlarım, ne
kadar yanlış. Dönmeyeceği görülen maddeleri gelin hep beraber
çıkaralım, öbürlerini de referanduma sunalım, millete sunalım ama
sadece onları sunalım, sadece onları sunalım. (Alkışlar) Bu böyle
teklif edildi. Canım, böyle teklif edildi de Sayın Cumhurbaşkanının da
yetkisi var. Sayın Cumhurbaşkanı pekâlâ diyebilir ki, bunlar üçte 2
oyla da geçse ben bunun üzerine yatmam, bu tartışmalı bir konu. Millet
bunun kararını almalıdır demelidir ve o 3 maddeyi referanduma sunma
kararını şimdiden ilan etmelidir. Bu, inanıyorum ki Türkiye’de çok
ciddi bir rahatlama ve ferahlık getirir, çok doğru bir karar almış olur
Sayın Cumhurbaşkanı. Sayın Cumhurbaşkanından ben umudumu kesmedim.
Yaşadığımız bütün sıkıntılara rağmen, bütün olumsuzluklara rağmen
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olmanın bu aşamada böyle bir
davranışı sergilemesine yeteceğine güveniyorum ve Sayın
Cumhurbaşkanından bunu ciddiyetle irdelemesini, değerlendirmesini ve bu
konudaki anlayışını kanun önüne gelmeden, Meclisteki oylamalar
tamamlanmadan kamuoyunun bilgisine sunmasını bekliyoruz. Tam bir saygı
içinde Sayın Cumhurbaşkanına bu öneriyi ifade ediyorum.
Değerli
arkadaşlarım, tabii bu konu çok özensiz bir üslup içinde konuşuluyor,
tartışılıyor. Başbakan, yargıyla kavgasının bir fırsatı olarak bu
konuları çok sorumsuzca değerlendirmeye çalışıyor, ağır suçlamalar
yapıyor. Karşısındaki insanlar bu memleketin yıllarca yargı
sorumluluğunu üstlenmiş olan insanlar. Hiçbirisi polemik yapma
durumunda değil. Hak ettiğin cevabı sana verecek bir üslubun insanları
değil, vakur insanlar, ağırbaşlı insanlar, hukuk adamları. Ver ver
veriştiriyor, “Çıkar cüppeni, geç karşıma siyasete gir” diyor. Değerli
arkadaşlarım, bu nasıl söz, yani çıkar cüppeni. Kime diyor?
Türkiye’deki yargının en başındaki insanlara diyor, Yargıtay Başkanına
ve Yargıtay üyelerine. Değerli arkadaşlarım, o cüppeyi o insanlar
yıllarca yargı hizmeti vererek, hak ederek, hak ettiklerini kabul
ettire ettire kazanmışlardır. Anadolu’nun ilçelerinde sorumluluk
üstlenip görev yaparak gelmişlerdir, bir saygı gerekmez mi bu
insanlara? Hakkını teslim etmek gerekmez mi? “Çıkar cüppeni geç
karşıma” Değerli arkadaşlarım, o insanlar iyi yetişmiş, bu devletin
saygın, değerli insanları. Eğer uygun görürlerse, istedikleri zaman
elbette çıkarırlar cüppelerini seçime girerler, milletvekili olurlar,
senin gibi onlar da dokunulmazlık gömleğini üstlerine geçirirler, onlar
bunu isterlerse yaparlar. (Alkışlar) Ama sen istesen de o
milletvekilliği dokunulmazlığı gömleğini üzerinden çıkaramazsın,
çıkarsan da o cüppeyi üzerine giyemezsin. (Alkışlar) Sen onlara
“cüppeyi çıkar” diyeceğine önce o söz verdiğin dokunulmazlıklarla
ilgili düzenlemeyi yap, arkasına saklandığın dokunulmazlık gömleğini
üstünden bir çıkarıver. (Alkışlar) Yıllardır bunun vaatlerini yaptın,
sözlerini verdin, ortada hiçbir adım yok. Arkadaşlarım hatırlatıyorlar.
1 Ekim 2002 Amasya Mitinginde Erdoğan, “Dokunulmazlık zırhına aday
olmayan tek lider benim” diyor, çünkü milletvekili olamayacak ya. 20
sonra 20 Ekim 2002’de Mersin mitinginde “Kürsü dokunulmazlığı dışındaki
diğer dokunulmazlıkların kaldırılmasından yanayız” diyor. 5 gün sonra,
25 Ekim 2002’de televizyonda, Uğur Dündar’ın programında Deniz
Baykal’la bir araya geliyor ve “İktidara geldiğimizde dokunulmazlıkları
kaldıracağımıza milletin önünde söz verdik” diyor. Dokuz gün sonra, 3
Kasım 2002’de, AKP tek başına iktidar oluyor, 15 gün sonra, 24 Kasım
2002’de Sayın Erdoğan, dokunulmazlıklar konusunda “Bu konuyu ilk
birinci yılda düşünmüyorum” diyor. Bugün 6 Nisan 2010, aradan kaç
birinci yıl geçti, hâlâ Sayın Başbakan bu konuyu düşünmüyor. (Alkışlar)
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu milleti aldatmak değil mi? Milleti
kandırmak değil mi? Çok açıkça söz verdin, verdin ve şimdi de
kaytarıyorsun. Sonra da çıkıyorsun “cüppeni çıkar” diyorsun Yargıtay
Başkanına. O niye çıkarsın cüppesini? Ama senin o dokunulmazlığı
çıkarmak boynunun borcudur, sen onu çıkaracaksın. (Alkışlar) Şimdi,
değerli arkadaşlarım, Başbakan, Sayın Yargıtay Başkanına “cüppeni
çıkar” demekle yetinmiyor, kimin cüppe giyeceğine de ben karar
vereceğim diyor. Yani kimin cüppe giyeceğine de Başbakan karar verecek.
Hangi Başbakan? Cüppeyi giyme hukuku olmayan, böyle bir yetkinliği
olmayan, böyle bir konumu olmayan bir insan, dokunulmazlığın arkasına
saklanmış olan bir insan kimin cüppe giyeceğine ben karar vereceğim
diyor. Bu da Türkiye’ye özgü bir garabettir değerli arkadaşlarım. Sayın
Başbakan yargıya şekil vermek istiyor ve orada hâkimlik kürsüsünde kim
bulunacak, kim bulunmayacak onu tayin etmeye çalışıyor, yargıyla çok
fazla meşgul. Yani bu konuda ne kadar gayret edersen et Sayın Başbakan,
sen o yargıç kürsüsünde olamazsın. Eğer o mahkemede olmakta çok ısrar
edersen, günün birinde bulunacağın yer o yargıçlık kürsüsü
olmayacaktır, bunu da kimsenin unutmaması gerekir. (Alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, Başbakan, bizim televizyonda tartışalım önerimize itibar
etmedi ama ben fazla umudum yok fakat biraz güvence vermek istiyorum
Sayın Başbakana, belki ikna etmemiz mümkün olur. Yani kabul eder
gelirse, Başbakanı rahatsız edecek konuları konuşmayacağım. Yani
yolsuzluklardan söz etmeyeceğim, yolsuzlukları söylemeyeceğim. Yani
işte özelleştirme diye sen milletin malını aldın, ucuza eşe dosta
kapattın, sonra onlar satıldı, birileri avantadan para kazandı,
milletin bütün elindeki varlığı elinden çıkarttırdın, bak bir Telekom
yaptın, hâlâ dedikodusu devam ediyor, bunları söylemeyeceğim,
Telekom’un hesabını sormayacağım. Tekeldeki 292 milyon dolara satılıp
sonra 90 milyon dolara devredilen o tesisin hesabını sormayacağım.
ATV’yi ve Sabah’ı 750 milyon dolar devletin bankalarından kredi alarak
damadının başında bulunduğu şirkete aldırttığını söylemeyeceğim.
(Alkışlar) Sadece bu anayasayı konuşacağız. Hatta şunu bile söylememeyi
taahhüt edebilirim: Sen, bu anayasa değişikliğini, millet çok iyi
biliyor, Yüce Divana düşersem bana yandaş hâkimler orada olsun diye
yapıyorsun demeyeceğim, onu da demeyeceğim. (Alkışlar) Bu anayasa
değişikliği senin şahsi sıkıntına çözüm olsun diye düzenlendi. Sen,
anayasayı, yani geleceğin Yüce Divanını, senin hakkında karar alacak
olan bu organı şimdiden, tıpkı Habur’da mahkeme ayarladığın gibi,
ayarlamaya çalışıyorsun demeyeceğim, gel konuşalım. (Alkışlar) Bu
şekliyle de eğer Sayın Başbakan bu tartışmaya girmezse artık takdirini
ben millete bırakıyorum. Daha ne söyleyeyim, yolsuzluk konuşmayacağız,
seni güç duruma sokmayacağız, sadece anayasa değişikliğini konuşacağız,
bunun yanlış olduğunu konuşacağız. Tam onu garanti edemiyorum, Deniz
Fenerini tam garanti edemiyorum. (Alkışlar) Çünkü bu Deniz Feneri, yani
o bambaşka bir konu. Öbürleri yaşandı bitti, bu bitmedi, burada daha
yargı süreci işlemiyor. Almanlar mahkûm etti, “bize liste verdiler, şu
şu kişiler bu işin elebaşıdırlar, o da sizdedir gereğini yapın”
dediler, yapmadık. “Ya müsaade edin, ben bir savcı göndereyim ifadesini
alsın, biz burada yargılayalım onları” dediler. “Hayır” dedik, ona izin
vermedik. “Peki, sen yargılamıyorsun, sen bari ifadesini al, bana
gönder, ben burada yargılayayım” dediler. “Hayır, sana da ifade
vermem.” İfadeyi biz almıyoruz, onların almasına izin vermiyoruz,
himaye ediyoruz. Ya, bunun artık iler tutar tarafı kaldı mı?
Anlaşılabilir bir tarafı kaldı mı? Başbakan bile, dikkat edin,
geçenlerde çıktı dedi ki “Milletten yardım parası toplayıp kendi amacı
için kullananların yatacak yeri yoktur” Değerli arkadaşlarım, böylece
Deniz Feneri’nin bir yolsuzluk organizasyonu olduğunu Başbakan da
dolaylı da olsa ifade etmiş oldu, itiraf etmiş oldu ama itirafla iş
bitmiyor ki. Sayın Başbakan, onu yapanların yatacak yeri yok ama onu
yapanlar nerede kullandılar o parayı? Kimisi geldi burada şirket kurdu,
kimisi gemi aldı, kimisi de televizyon kurdu. O televizyon da sana
destek verdi, sana umut verdi. Yani onların yatacak yeri yok da, onu
yapanları RTÜK’e başkan yapanların, RTÜK’te üye olarak tutanların,
onları Alman adliyesinden korumak için her türlü hukuksuzluğu göze
alanların yatacak yeri var, senin yatacak yerin var mı Sayın Başbakan?
(Alkışlar)
Şimdi,
değerli arkadaşlarım, geçen haftanın, konuşmamız gereken bir önemli
konusu Van’da yaşanan olaylar. Bu olayları bütün milletimiz izledi ve
gördü. Bu olaylar gerçekten üzüntü verici. Demokratik anlayışın,
zihniyetin nerede olduğunu göstermesi bakımından ibret verici fakat
asıl bu olayların sorumsuz, kimliği belirsiz birtakım insanların kendi
başlarına sergiledikleri bir tavır olmanın ötesinde bir durum olduğu
için önemli. Hepimiz siyasette yaşayan insanlar biliriz, siyasetçiyi
herkes beğenmek zorunda değildir, herkes onun düşüncelerini onaylamak
durumunda değildir; bazıları bu düşüncelerini, olumsuz
değerlendirmelerini sözde ifade eder, bazıları işte tepkiyle ifade
eder, onu bunu atarak ifade eder, bunlar siyasi hayatımızda zaman zaman
yaşanan olaylardır. Başbakan da diyor ki “Bana da yapıyorlar.” Sana da
yapıyorlar da, sana Cumhuriyet Halk Partisi yaptırtmıyor, Cumhuriyet
Halk Partililer yaptırtmıyor. Bıçak kemiğe dayanmış, iş istiyor çocuk.
“Gel buraya” diyorsun. Korumalarını alıyor, o arabanın içine çekiyor,
ümüğünü sıkıyorsun çocuğun, perişan ediyorsun, atıyorsun. Veyahut da
çiftçi bunalmış, perişan olmuş Mersin’de, şikâyet ediyor. “Ananı da al
git” diyorsun, gönderiyorsun. Değerli arkadaşlarım, buradaki olay
farklı. Bakın Van’da, önce şunu bilmenizi istiyorum: O saldırıları
yapanların Van halkının genel zihniyetiyle, anlayışıyla hiçbir ilgisi
yoktur, bunu güvenle söylüyorum. (Alkışlar) Van halkı, kesinlikle
hiçbir şekilde böyle bir davranışın parçası olmamıştır. Havaalanından
kongremizi yapacağımız yere kadar kilometrelerce Van’ın içinden geçtik,
yol boyunca Vanlılarla selamlaştık, gayet nazik, kibar, Van’a yakışan,
terbiyeli, olumlu bir hava içinde Van sokaklarından, caddelerinden
geçtik, hiçbir şikâyet, bir kişiden bile bir kişisel tepki dâhi ortaya
çıkmadı, hiçbir tepkiye muhatap olmadık. Tam tersine doğu halkımıza,
Van halkına yakışan vakur, olgun, ağırbaşlı, nazik bir ortam içinde
kongre salonuna doğru gittik. Değerli arkadaşlarım, orada
karşılaştığımız manzara bir avuç insanın örgütlediği bir manzaradır,
spontane bir manzara değil, içinden geçip tavır sergilemek değildir.
Aynı kalemle aynı kâğıtlara pankart yazmışlar eciş bücüş, onlarla
karşımıza çıkıyorlar. Birisi organize etmiş bunu, belli. Bir avuç insan
ve birileri koli koli yumurta almış dağıtmış, o yumurtaları bize
atıyorlar. Nereye atıyorlar? Otobüse atıyorlar. Değerli arkadaşlarım,
eğer Van Emniyetinin telkinini kabul etmiş olsaydık, otobüs caddede
duracaktı, caddede durduğu yerle kongrenin yapılacağı yer arasındaki o
100 metre kadar mesafeyi biz yürüyerek geçecektik. Meğer tam o caddenin
bittiği, sokağın başladığı noktada mevzilenmiş, ellerinde her türlü
atacakları malzemeyi hazır tutan insanlar sipere girmişler bekliyorlar.
Bize bu saldırıyı yapacaklar. Neyse ki bizim yetkili, görevli
arkadaşlarımız, Van emniyetinin bu telkinini reddettiler ve biz kongre
binasının önüne kadar otobüsle gideceğiz dediler. O zaman o hazırlıklar
otobüse atıldı. Şimdi, ortada bir tertip olduğu açık. Soru şu: Bu
tertibi kim yaptı? Ciddi konu budur değerli arkadaşlarım. Bakınız bu
konuda hepimiz belli tespitler yaptık ve bu tespitlerimizi ifade ettik.
Bu tespitlerimiz açıkça bize, bu saldırının Van’daki AKP’liler
tarafından organize edildiğini çok açık bir şekilde göstermiştir.
Oradaki parti yöneticisi değerli arkadaşlarımı, özellikle Merkez
Yönetim Kurulu Üyemiz Sayın Savcı Sayan’ı yürekten kutluyorum.
(Alkışlar) Çok ciddi bir çalışma yaptı ve bugün elimizde bu saldırıyı
düzenleyenlerin fotoğrafları, kimlikleri çok net bir şekilde tespit
edilmiş olarak elimizde hazırdır. Bunu bir basın toplantısıyla
arkadaşlarım bütün basın mensuplarına isim isim göstereceklerdir.
Mesela şu anda ben yardımcı olmak için bir iki tane göstereyim. Şu
resimde yer alan kişi AKP’nin il başkan yardımcısıdır, aynı kişinin
değişik görüntüleri. Şu, değerli arkadaşlarım, AKP’nin il gençlik
kolları başkan yardımcısıdır, şu kişi. Bütün Vanlılar bunu biliyor.
Elde çekimler var, film çekimleri var, fotoğraf çekimleri var. Yine
aynı kişi, AKP’nin gençlik kolları başkan yardımcısı. Şu önde yürüyen,
elini kaldırmış olan kişi AKP’nin il başkan yardımcısı. Bulunanlarla
ilgili şu bilgileri de dikkatinize sunuyorum: Olayı organize eden
AKP’liler olarak il başkan yardımcısı, medya ve tanıtımdan sorumlu olan
il başkan yardımcısı; AKP merkez ilçe yönetim kurulu üyesi –isimlerini
söylemiyorum ama bunu arkadaşlarım basın toplantısında sizlere
sunacaklar- gençlik kolları başkan yardımcısı 3 ayrı kişi, 3 ayrı
başkan yardımcısının 3’ü de ve gençlik kolları üyesi, nüfus kayıtları
elde kişiler bunlar. Bunları basın toplantısıyla size sunacaklar.
Ayrıca bunların AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı ile akrabalık
ilişkilerini de yine arkadaşlarım nüfus kayıtlarıyla akrabalık
bağlarını da ifade ederek size yansıtacaklar. (Alkışlar) Videolar,
CD’ler burada, fotoğraflar burada, bütün bilgiler derlenmiş
toparlanmıştır değerli arkadaşlarım.
Şimdi,
biz ne diyorduk? Bu olay organize diyorduk. Organize. Bu olayı
AKP’liler yaptı diyorduk. Bu olayı AKP’lilerin yaptığını sadece biz
söylemiyoruz, Van’daki BDP’li belediye başkanı Sayın Savcı Sayan’a
telefon açıyor, diyor ki -bakınız, daha olaylar yaşanırken telefon
açıyor- “Aklınıza yanlış bir kanaat gelebilir. Açıkça bilmenizi
istiyorum, bu olaylarla bizim, BDP’nin hiçbir ilgisi yoktur. Bu
olayları yanlış buluyoruz ve kınıyoruz” diyoruz. “Yanımda da BDP’nin il
başkanı var şu anda size bu telefonu açarken” diyor. Ve çok açıkça
görüyoruz ki bu olay karşısında hem oraya katılanların kimlikleri hem
oraya katılanların bize tepki gösterirken kullandıkları sözler,
fotoğraflar, filmler açıkça ifade ediyor ki bu tümüyle bir AKP
organizasyonudur. Başbakan esiyor, savuruyor, boş sözler söylüyor. Yok,
açtırma kutuyu, yok bilmem… Ne biliyorsan çık söyle, bak sana
fotoğraflarla gösteriyorum, AKP bu işin içinde, AKP. (Alkışlar) Bakın
bir haber ajansı, bu BDP’lilerle ilgili bir haber ajansı “Baykal
konusunda talimat Çelik’ten, organize Dincer’den.” diyor. Oradaki
“Dincer” dediği AKP’nin Van milletvekili ve iddia şu: “Dincer,
göstericilere para dağıttı” diyor. Bunu biz bilmiyoruz, ben bu iddiayı
söylemedim. Bu, haber ajansının iddiası. Parayı bilmiyorum ama orada
AKP’lilerin bulunduğunu biliyorum, çok açık, onu görüyoruz. Bunun
tartışılır bir tarafı yoktur. Şimdi, değerli arkadaşlarım, durum bu
kadar açık, bu kadar net. Ne oldu bu olay konusunda? Var mı bir
takibat? Herhangi bir şey yok. Niye? Van’da çünkü kendine göre bir
hukuk var. Daha önce 100. Yıl Üniversitesi sırasında ortaya çıkan
manzara öyle anlaşılıyor ki, her olay vesilesiyle çıkıyor. Orada bir
çete var. Bu çete gerektiği zaman ne hukuk dinliyor, ne yönetim
dinliyor, ne siyaset dinliyor, ne demokrasi dinliyor, bildiğini
yapıyor. Yaşanan olayları hepimiz hatırlıyoruz. Bakın buna benzer olay
Diyarbakır’da bizim başımıza gelmişti. Otobüsümüze tepki göstermişlerdi
ama o tepkinin o insanların kendi anlayışlarıyla sergiledikleri bir
tavır olduğunu biz değerlendirdik ve bunlar demokraside olur, önemli
değildir dedik. Olayın üzerine gitmedik, hiçbir şikâyet söylemedik
çünkü o tepkiyi gösterenler, bizim siyasetimizde zaman zaman örneğini
gördüğümüz türden bir davranış sergilemişlerdi. Ama ona rağmen
Diyarbakır Savcılığı takibat başlattı, dava açtı. Bize yazı yazdı hem
Genel Sekretere parti adına şikâyetçi misiniz diye hem bana size
yönelik bir saldırıydı bu, şikâyetçi misiniz diye. Ben de Genel
Sekreter de bizim bir şikâyetimiz yok, bunlar önemli değil, olur böyle
şeyler diye cevap verdik. Ona rağmen dava yürüdü ve mahkûm ettiler, o
insanları Diyarbakır’da mahkûm ettiler. Bizim elimizde öyle resimler
yoktu, resimlere yönelmedik. Bir organize olay da yoktu ama orada
mahkûmiyet çıktı. Şimdi, burada olay organize, işin içinde kimlerin
olduğu belli, Van’daki ayağı belli, Ankara’daki ayağı belli. Bu gerçeği
söylüyoruz, Başbakan, ya, çok üzüldüm, demokrasimize bunlar yakışmıyor,
geçmiş olsun. Önemli değil, bunları hallederiz. Elbette gereken
yapılacaktır diyemiyor Başbakan. Değerli arkadaşlarım, yok, CHP’nin
tarihinde oymuş, buymuş, bize masal anlatıyor. Sen masalı bırak, şu
fotoğrafların gereğini yap. (Alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, bu Van olayı, bir iktidar partisi tarafından, ana
muhalefet partisine karşı düzenlenmiş, uzun bir süreden beri ilk kez
ortaya çıkan bir sokak hareketidir. İlk kez ortaya çıkıyor. Çok önce
demokrasimizin çocukluk günlerinde böyle şeyler olurdu. Uzun süreden
beri bir iktidar partisi, iktidar partisinin sorumluluğunu taşıyan bir
kadro, bir ana muhalefet partisine, böyle bir sokak saldırısıyla tepki
gösterme ihtiyacı, mecburiyeti, aczi, zavallılığı içine hiçbir zaman
düşmemişti, şimdi Van’da bunu gördük. (Alkışlar) Van’da ortaya çıkan
kabadayılık değildir, aczdir, acz, zavallılıktır, çaresizliktir.
(Alkışlar) Hemen şunu söyleyeyim: Bu olay dolayısıyla ben Van halkına
karşı duygularımda hiçbir olumsuzluk yaşamadım. Tam tersine o tezadı
gördüm. Van halkının, havaalanından o sokağa gelinceye kadar bize
sergilediği olgun, saygın davranış bir yanda, bir yandan da hazımsız
bir çetenin orada ortaya koyduğu manzara. Bu çelişki, bu tezat çok
açıktır. Van’la hiçbir ilgisi yoktur. Van’a karşı duygularım her
zamankinden daha yukarıdadır. O üç beş tane çapulcu, Van halkını hiçbir
şekilde temsil edemez. (Alkışlar)
Bu
vesileyle ifade edeyim. Başbakan, hani, bunlar, işte Sivas’ın doğusuna
gidemezler falan diyordu. Bir Başbakanın ağzına yakışmayan bir söz.
Ülkesini bölmek bir başbakana yakışır mı? Ülkesinin bir yerine
gidilebilir, bir yerine gidilemez ilan etmek bir başbakana yakışır mı?
Ben hüzünlenerek bakıyordum bu sözlerine, Başbakanlık sorumluluğundan
ne kadar kopuk diye bakıyordum. İki de bir “gidemezler, gidemezler…”
Gidiyorduk halbuki, o zaman da gidiyorduk, şimdi de gidiyorduk. Gittik,
yine de gideceğiz, daha da sık gideceğiz, hiç kuşku yok. Ama
Başbakanın, ben, sanki gidemiyorlar diye kendi aklınca gittiklerimizi
görmeyip, yanlış dahi olsa bir tespit yaptığını düşünüyordum, durumu
öyle görüyor diyordum. Meğer tespit yapmıyormuş, tehdit ediyormuş, yani
gidemiyorsunuz değil, giderseniz gösteririz ha diyormuş. (Alkışlar)
Sayın Başbakan, ne göstereceksen göster. Eskiden bir gidiyorsak bundan
sonra üç gideceğiz, elinden geleni de arkana koyma. (Alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, bugün, Muğla Fethiye’de yaşanan acı olaya değinmeden bu
konuşmamı bitirmeye hakkım olmadığını düşünüyorum. Gerçekten o olaydan
hepimizin alması gereken çok büyük ders var. O konuya da bir kez daha
hepinizin dikkatini çekmek istiyorum. Biliyorsunuz, Muğla’da bir facia
yaşandı. Oradaki bir aile, üniversite için kursa gitmek durumunda olan
çocukları için dershaneye başvurdu ve çocuğunu dershaneye başvurdu ve
çocuğunu dershaneye yazdırdı. 1 milyar 400 milyon –eski TL- 1 400 lira,
yeni TL- borcun altına anne imza attı. Çocuğum kursa gitsin, buna
karşılık 1 milyar 400 milyon lira size ödeyeceğim diye taahhütte
bulundu ama ödeyemedi. Ekonomi içinde bulunduğu durum, geçim zorluğu,
işsizlik maalesef böyle bir noktaya işi getirdi ve kadına icra takibatı
yapıldı. İşte, işin içine mahkemeler girdi ve hapse mahkûm oldu, kadın
hapse sokuldu. Bu tabloyu gören çocuk, çok doğal olarak, Annem benim
yüzümden hapse girdi, ben sebep oldum. Batsın üniversite sınavı, batsın
eğitim, ben bunun sorumluluğunu taşıyamam suçlamasını kendisine
yöneltti. Genç bir çocuk, bir delikanlı, böyle bir tablo karşısında ne
yazık ki intihar kararını aldı ve intihar etti. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu ortamda onur intiharları giderek
kaygı verici bir düzeye gelmiştir, insanlar çaresiz kalmaya
başlamışlardır. İnsanlar ahlaklarıyla, değerleriyle, doğru
bildikleriyle yaşamın onların önüne getirdiği dayatmalar karşısında
açmaza girmişlerdir ve intihar etmeye başlamışlardır. Türkiye’de onur
intiharları hayatın, toplumun açmazları karşısında yaşanan intiharlar
olarak değerlendirilemez. Türkiye’de onur intiharları maalesef insanlar
hakkında kurulan tuzakların, dayatılan haksızlıkların, ithamların,
tertiplerin, pusuların sonucunda, komploların sonucunda ortaya çıkmaya
başlamıştır. Bakın ilk nitelikteki komploya karşı onur intiharını son
zamanlarda Van’da yaşadık. Van’da 100. Yıl Üniversitesinin yönetimine
karşı bir komplo kuruldu. Kim kurduysa kurdu ve yüzlerce yıl mahkûmiyet
talep ettiler, beraat etti başta rektör, arkadaşları, kimse mahkûm
olmadı ama o süreç içinde, o yargılama süreci içinde şerefli bir insan
kendisini öldürdü, intihar etti, yaşama veda etti. İlk onur
intiharıdır, AKP’nin ilk kurbanıdır. Arkasından pek çok onur intiharına
tanık olduk. Ergenekon davası kapsamı içinde pek çok insan kendilerine
yöneltilen haksız suçlamalar dolayısıyla intihar etti. Şerefli, onurlu
insanlar taşıyamadılar bu suçlamaları ve intihar ettiler. Ekonomik
sıkıntılar dolayısıyla iş adamları intihar etti. Dürüst, namuslu,
borcuna sadık insanlar düzinelerle intihar etmeye ba
|