-''HUKUKUN EGEMEN OLDUĞU,
DEMOKRASİNİN GELİŞTİĞİ BİR ÜLKEDE DOĞRUYU SÖYLEMEYEN, HALKI ALDATAN
SİYASAL PARTİ, SANDIKTA ALAŞAĞI EDİLİR.GÖREV HALKTADIR''
-''EĞİTİMİ YAZ-BOZ TAHTASINA
ÇEVİRDİLER''
-''ZORUNLU EĞİTİMİ KADEMELİ OLARAK
12 YILA ÇIKARACAĞIZ''
-''YÖK'Ü KALDIRACAĞIZ''
-“BİZİM İKTİDARIMIZDA
ÜNİVERSİTELER İDARİ, MALİ VE BİLİMSEL ÖZERKLİĞE SAHİP OLACAK, EN AYKIRI
DÜŞÜNCELER ÖZGÜRCE DİLE GETİRİLECEK”
-''12 EYLÜL REJİMİNİN EL KOYDUĞU
ÖĞRETMEN KURULUŞLARININ MAL VARLIKLARINI İADE EDECEĞİZ''
-''YATILI MESLEK LİSELERİ
OLUŞTURACAĞIZ''
-''AKP İKTİDARINDA EĞİTİMİN GELDİĞİ
SONUÇ ŞU: ÇOCUK DİPLOMA ALSIN DİYE OKULA, BİR ŞEYLER ÖĞRENSİN DİYE
DERSHANEYE GÖNDERİLİYOR. O ZAMAN OKULLAR KAPANSIN DERSHANELER DİPLOMA
VERSİN...”
- ''KARADENİZ İLE GAP'I
BULUŞTURACAĞIZ. BU KONUDA KARARLIYIZ''
-“FINDIKTA SAĞLIKLI BİR STOK KONTROLÜ
GELİŞTİRECEĞİZ. , TÜRKİYE FİYAT BELİRLEMEDE ''BİR NUMARA'' OLACAK.
FINDIK FİYATINI HASATTAN ÖNCE AÇIKLAYACAĞIZ. BÖYLECE, ÜRETİCİYİ
TEFECİNİN ELİNE TESLİM ETMEYECEĞİZ. FINDIĞI SANAYİDE KULLANMAK İSTEYEN
BİR SANAYİCİ VARSA ONU DA TEŞVİK EDECEĞİZ. ALINTERİNİN KARŞILIĞI
DIŞARIYA GİTMEYECEK, TÜRKİYE'DE KALACAK''
-''ÇİFTÇİ HACİZ KISKACINDA
BOĞULUYOR. BORÇLARI ÜZERİNDEKİ FAİZ YÜKÜ ÇİFTÇİ TARAFINDAN ÇEKİLEMEZ BİR
HALDE. BU TAM BİR VİCDANSIZLIKTIR. ŞİDDETLE PROTESTO EDİYORUZ''
-İSTANBUL BAĞIMSIZ MİLLETVEKİLİ AHMET
TAN CHP’YE KATILDI. TAN’A CHP ROZETİNİ GENEL BAŞKAN KEMAL KILIÇDAROĞLU
TAKTI.
-CHP MİLLETVEKİLİ AHMET TAN, “CHP
TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN KURUCU İRADESİDİR, ÖNÜMÜZDEKİ SEÇİMDE DE
KURTARICI İRADE OLACAKTIR.HEDEFİMİZ TÜRKİYE'Yİ BU HOYRAT İKTİDARIN
ELİNDEN KURTARMAKTIR” DEDİ.
-TAN, KILIÇDAROĞLU'NA 1970'Lİ
YILLARDA BİLECİK İL ÖRGÜTÜNCE HAZIRLANAN ÜZERİNDE RAHŞAN VE BÜLENT
ECEVİT'İN RESİMLERİNİN BULUNDUĞU KİBRİT KUTUSUNU HEDİYE ETTİ.
İletişim Koordinatörlüğü (Ankara)–
Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM’de CHP Grup Genel Kurulu’nda
“AKP’nin adına aldanmayın. O her konuda olduğu gibi terörle mücadele
konusunda da sınıfta kaldı” dedi ve sık sık alkışlarla kesilen
konuşmasında güncel olayları şöyle değerlendirdi; CHP GENEL
BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN; 06.07.2010 TARİHİNDE GRUP GENEL KURUL
TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU – Sayın Başkan, değerli konuklar; bugün
aramızda değerli bir milletvekilimiz var, Sayın Ahmet Tan, o da bizim
aramızda artık, onunla beraber olmaktan çok mutluyuz. (Alkışlar)
Ahmet TAN – Sayın Başkan, Sayın Genel Başkanımız, değerli
milletvekili arkadaşlar, sevgili Cumhuriyet Halk Partililer…(Alkışlar)
…sizleri en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Girişte bir gazeteci arkadaş, “CHP’nin iktidar
yürüyüşüne biraz geç kalmadın mı?” diye sordu. Hayır, dedim. O yürüyüşe
çoktan katılmıştım zaten, eksik olan, onur verici bu törendi, o da
birazdan gerçekleşecek. (Alkışlar) 16 Ay önce İstanbul’da, Cumhuriyet
Halk Partisi otobüsünün üstündeydik. Sayın Kılıçdaroğlu, yine önümdeki
mikrofonu bana uzatmıştı, o gün İstanbul’u almaktı hedef, bugün hedefi
büyüttük, bugün hedef Türkiye’yi bu hoyrat iktidarın elinden geri almak.
(Alkışlar) Oylarınızla, bu hoyrat iktidarı, bu öfkeli, bu maceraperest
iktidarı geldiği yere göndereceksiniz, çünkü bütün partiler bir şekilde
bulundukları yeri hak ediyor fakat bu iktidarı hak etmeyen parti,
mutlaka mutlaka muhalefeti daha sonra da Meclis dışı muhalefeti de …..
Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’deki kurucu
iradenin kendisidir, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesidir,
önümüzdeki seçimde de kurtarıcı irade olacaktır. (Alkışlar) Yıpratılan
toplumsal dokuyu, tehdit altına giren milli birliği, ulusal bütünlüğü
yeniden ve güçlü bir şekilde onaracak olan da yine Cumhuriyet Halk
Partisi olacaktır. Bu görev, Atatürk’ün cumhuriyetinde mutlu ve huzurlu
yaşamak isteyen her yurttaş için kutsal bir sorumluluktur. Bu
sorumluluğu yerine getirmek isteyen ve çocuklarımızın geleceğini düşünen
herkes altı oklu bayrak altında toplanmalı, Kılıçdaroğlu’nun
bayraktarlığındaki iktidar yürüyüşüne katılmalıdır. (Alkışlar) Bölüp
pörçük darmadağınık yürüyüşlerin hedefe ulaşması mümkün değildir.
Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
Değerli arkadaşlar, Sayın Genel Başkanımızın
hoşgörüsüne sığınarak bir aile emaneti, çok yakınımız olan bir büyük
halamın bana tevdi ettiği, babamın akrabasıydı, bir emaneti birazdan
ehline teslim edeceğim. Bu, 1970’lerde Bilecik örgütünün yaptırdığı bir
kibrit kutusu, üstünde Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit’in fotoğrafları
var. (Alkışlar) Ben, bildiğiniz gibi, Bülent Ecevit’in tayin ettiği son
genel sekreterim. Sayın Ecevit burada, kutunun üstünde, ben niye onun
partisindeyim gibi kişilik karmaşası sona erdi. Sayın Rahşan Ecevit de
çağrısını yaptı, ben de buradayım. Bu kutu, partinin onursal müzesi
kurulmuş mudur, ileride kurulacak mıdır bilmiyorum, oraya, Sayın Genel
Başkanımıza tevdi ediyorum ve kutu yerini buldu şimdi, ben de
yerimdeyim.
Teşekkürler. (Alkışlar)
CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU – Değerli milletvekilleri, saygıdeğer konuklar;
Sayın Ahmet Tan, iki sözcüğü kullandı, daha doğrusu cümlelerin arasında
dikkatimi çeken, eminim sizin de dikkatinizi çeken iki güzel sözcük
kullandı. “Mutlu ve huzurlu bir yaşamı sağlamak,” mutlu ve huzurlu bir
yaşamı sağlamak hepimizin görevidir. Eğer burada güç birliği yapıyorsak,
bütün aydınları, bütün çalışanları, üretenleri, toplumun ezilenlerini,
toplumun sorunu olanları bir araya topluyorsak, CHP’nin büyük aile
şemsiyesinin altına topluyorsak mutlu ve huzurlu bir Türkiye’yi yaratmak
içindir. Temel hedefimiz budur ve bu hedefi gerçekleştirmek içinde
olağanüstü çaba göstereceğiz, elimizden gelen her çabayı göstereceğiz.
Unutmayın, bu çaba sadece bana düşmüyor, birey olarak her birimiz bu
çabanın ve bu amacın gerçekleşmesi için özel çalışma sergilemek
durumundayız. (Alkışlar) Mutlu ve huzurlu bir yaşam.
Geçen hafta, Genelkurmay Başkanımızın daveti
üzerine Şırnak, Pervari, Çukurca ve Hakkâri hattında sınırları gezdik,
siperlere gittik, askerî karakollara gittik, kışlaya gittik. Erlerimizle
yemek yedik, onları dinledik, onların aileleriyle nasıl
haberleştiklerini bize anlattılar. İçinde bulundukları koşulları gördük
ve bilgi aldıktan sonra da tekrar Ankara’ya döndük. Birinci nokta şu,
değerli arkadaşlar: Güvenlik güçlerimiz tüm olumsuz koşullara rağmen
olağanüstü güzel bir moralle görevlerinin başındadırlar. Onların
görevlerinin başında olması o huzurlu ve mutlu Türkiye’nin de bir
teminatı olduğunun altını özenle çizmemiz gerekiyor. (Alkışlar) Doğu ve
Güneydoğuda yaşanan terör, bölge insanını da, ekonomisini de, sosyal
yapısını da olumsuz etkilemiş, etkilemeye de devam ediyor. Bu konuda
sağlıklı adımların atılmadığını maalesef bir kez daha bölgede
gözlemlemek olanağına kavuştuk. AKP iktidarı döneminde güney ve
güneydoğuya gerekli özenin gösterilmediğini, gerekli yatırımın
yapılmadığını, ekonomik ve sosyal açıdan özenin gösterilmediğini hatta
işsizlik sigortası fonundan parlamentonun iradesiyle alınan 2 milyar 600
milyon liralık kaynağın da o bölge için değil, maalesef önemli bir
kısmının başka yerler için kullanıldığını gördük. Bu da o bölgede
terörün önlenmesinde çok önemli bir argüman olan ekonomik kalkınmaya bu
hükümetin yeterince önem vermediğini ortaya koyuyor. Bu da acı bir
gerçek.
Yine o bölgede, 1950’lili yıllarda, 60’lı
yıllarda, 70’li yıllarda dile getirilen sorunların yine köylü
yurttaşlarımız tarafından aynen dile getirildiğine tanık olduk. Sizin
sorununuz nedir, derdiniz nedir, bu bölgede hangi sorunlarla
karşılaşıyorsunuz diye sorduk. İşsizlik birinci sırada, “yolumuz yok”
dediler, “suyumuz yok” dediler, “Sağlık ocağımız var, ebe ve hemşire
yok” dediler, “doktordan zaten vazgeçtik.” Aynı sorunların 21’inci
Yüzyılda hâlâ yaşanmış olmasını da doğrusunu isterseniz terör olgusuna
gerekli önemin vermeyen iktidarın da bir ayıbı olduğunun altının
çizilmesi gerekiyor.
Terör olgusunu çözümsüz noktaya getiren, sorunu
sağlıklı algılamayan siyaset kurumu olmuştur. AKP’nin bu süreçte büyük
kusuru vardır. Her işi askere havale edip ortaya çıkan başarısızlıkları
veya eksiklikleri de askere fatura eden bir zihniyetten de Türkiye’nin
artık kurtulması gerekiyor. (Alkışlar) Bu süreçte maalesef AKP, toplumu
entegre eden, kaynaştıran, kucaklayan politikalar yerine ayrıştıran
politikaları egemen kılan bir yapıyı ortaya koymuştur ve Türkiye
açısından ne olduğu belli olmayan bir açılım politikasıyla yeni bir
siyasal açmazın içine düşürülmüştür.
Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, terörle
mücadeleyi bir iç politika malzeme yapmamaya özen gösteriyoruz. Terörle
mücadelenin bir ulusal politika olmasının altını özenle çiziyoruz ve
diyoruz ki, terörle mücadele ekonomisiyle, siyasetiyle, kültürüyle,
psikolojisiyle, sosyal yapısıyla bir bütündür ve bu mücadelenin bir
ulusal politika çerçevesinde bir toplumsal uzlaşmayla çözülmesi
gerektiğinin de altını çiziyoruz. Ama bilmiyorum bunu, bizim bu sesimizi
Adalet ve Kalkınma Partisi yeterince duyuyor mu, duymuyor mu? Terörle
mücadelenin AKP’nin izlediği politikalarla önlenemeyeceği de somut
olarak ortaya çıkmıştır. AKP bu konuda açıkça sınıfta kalmış, maalesef
terörü de tırmandıran politikaların ana unsuru hâline gelmiştir.
Değerli milletvekilleri, AKP sadece terör
konusunda mı başarısız oldu acaba, böyle de bir soru sorabiliriz kendi
kendimize, diğer alanlarda başarılı, ama terör konusunda başarısız
mıdır? Dış politikaya bunlar “Sıfır sorun” diye başladılar. Acaba dış
politikada da Adalet ve Kalkınma Partisi başarılı oldu da bizim mi
haberimiz olmadı? Son Gazze olayına bir daha dikkatinizi çekmek isterim.
Özetleyeyim. Gazze’ya yardım götürmek üzere bir konvoy çıktı yola, 9
yurttaşımız yaşamını yitirdi. Sayın Başbakan bunun üzerine esti gürledi.
Konuşması bütün Arap dünyasına canlı olarak yayınlandı. Neredeyse bir
savaş ilan etmediği kaldı. Arkasından, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
hükümetin bu konuda atacağı her adıma destek vermek üzere oybirliğiyle
bir karar aldı ve şimdi geliyoruz sonuca. Bu kürsüde söylemiştik. Bütün
bunların gereğini yerine getirirseniz biz Adalet ve Kalkınma Partisini
alkışlayacağız, ama yerine getirmezseniz bunun hesabını soracağız. Hiç
kimsenin, Türkiye Cumhuriyeti’nden hiç kimsenin kanı yerde kalmasın diye
açık, net tutumumuzu sergiledik. (Alkışlar) Bunlar dediler ki
“Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İsrail hükümetini kınasın ve karar
alsın.” Sonuç? Sıfır. NATO kınasın. Sonuç? Sıfır. Uluslararası bir
soruşturma komisyonu kurulsun ve İsrail’in bu olayı soruşturulsun.
Sonuç? Sıfır. Hayatını kaybedenlerin ya da yaralananların uğradıkları
maddi ve manevi zararlar tazmin edilsin. Sonuç? Sıfır. Avrupa Birliği,
Avrupa Parlamentosu, Arap Birliği, İslam Kalkınma Örgütü, bu olayı
eleştirsin, İsrail’i kınasın. Sonuç? Tam bir hayal kırıklığı ve tamamı
Türkiye’yi yalnız bıraktı. İsrail hükümeti bırakın özür dilemeyi, şimdi
artık tamamen ters yüz etti, Türkiye bizden özür dilesin noktasına
getirdi.
Peki, bunlara karşı ne oldu? Biz, yine sorumlu
bir muhalefet anlayışıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine bir araştırma
önergesi verdik. Dedik ki, bu konu önemli bir konudur, 9 yurttaşımız
yaşamını yitirmiştir. Türkiye limanlarından kalkmıştır bu gemiler. Bu
konu bütün boyutlarıyla görüşülsün, araştırılsın, Parlamentoda
milletvekilleri bu konuyu araştırsınlar ve Türkiye kamuoyu bu konuda
bilgilensin. Geçen hafta görüşüldü. AKP’nin isteğiyle değil, biz
getirdik tekrar konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine ve
AKP’nin oylarıyla bu reddedildi. Şimdi soru şu: Türkiye’de halkın bu
kadar önemli bir konuda bilgilenmesine “Hayır” diyen, Parlamentonun bu
konuda araştırma yapmasına “Hayır” diyen bir iktidarın nasıl olurda “bu
konuyu uluslararası bir kurul kurulsun, o kurul soruştursun” diye
getirdiği öneriye kim güven duyabilir? (Alkışlar) Eğer siz, kendi
parlamentonuzda bir konunun araştırılmasını istemiyorsanız, aynı olayın
uluslararası alanda sorgulanmasını isteyemezsiniz. Önce kendi ülkemizde
kendi halkımıza hesap vermesini bileceksiniz. (Alkışlar) Önce kendi
ülkenizde kendi halkınızın, kendi parlamentonuzun, kendi
milletvekillerinizin bilgilenmesini isteyeceksiniz. Neden korkuyorsunuz?
Neden çekiniyorsunuz? Neden kaçınıyorsunuz? Bir kusurunuz mu var? Bir
kabahatiniz mi var? Onlar gayet iyi biliyorlar, hem kusurları var hem
kabahatleri var, onun içindir ki kaçıyorlar ve işin hazin tarafı, eğer
uluslararası bir soruşturma komisyonu kurulursa, onun ucu AKP hükümetine
ve Türkiye’ye de değebilir diye Batı basınındaki yorumlardır.
Türkiye’yi bu hâle getiren abartılı bir dış politikayla yola çıkıp, onu
iç politikaya malzeme eden bir anlayışın Türkiye’yi getirdiği nokta
budur.
Bir ikinci önemli olay, hani Sayın Başbakan
esti gürledi ya, bir baktık kapalı kapılar ardında bir şeyler yapılıyor.
Brüksel’de bizim Dışişleri Bakanımız ile İsrail’in Ticaret ve Endüstri
Bakanı kapalı kapılar ardında görüşüyorlar. Ne görüşüyorlar acaba? Büyük
bir ihtimalle şunu diyorlardır: Ne olursunuz, bizden bir özür dileyin
de şu defteri kapatalım, her hâlde bunu düşünüyorlardır ve onlar
da…(Alkışlar) …otelin önüne çıkıp “Biz sizden asla özür dilemeyeceğiz,
tam aksine siz bizden özür dileyin” diye AKP’nin izlediği politikayı bir
daha ters yüz edip yerden yere vuruyorlar ve bizim onurumuzla
oynuyorlar. Sebebi kim? Adalet ve Kalkınma Partisi. Sorumlusu kim? Onun
başındaki Recep Tayyip Erdoğan, bunu unutmayacağız. (Alkışlar) Buna
stratejik derinlikte stratejik boğulma denir, geldiler ve boğuldular.
Bir şeyler yapmak istediler, orada boğuldular ve yalnız kaldılar. Dış
politikada soyutlanan, yalnız kalan bir Türkiye imajı çıktı ortaya, Bu
imaj, bizim yıllardır mücadele verdiğimiz, yurtta barış dünyada barış
dediğimiz, komşularla iyi ilişkiler kurduğumuz, hiç kimsenin toprağında
gözümüz yoktur dediğimiz bir politikanın sonucu olmayı hak ediyor mu? Bu
politika gerçekten bizim yıllardır mücadele ettiğimiz, devletin dış
politikasıdır dediğimiz bir politika mıdır bu? (Alkışlar)
Olay bununla kalsa, yine diyeceğiz ki hadi, bu
yaşandı, gitti. Uğruna mücadele ettikleri Hamas, arabuluculukta
Türkiye’yi dışladı. Dedi ki “Arabuluculukta ben Mısırı seçiyorum.” Hani,
siz mücadele ediyordunuz, hani siz kavga veriyordunuz, nasıl oluyor da
Türkiye buradan dışlanıyor? Nasıl oluyor da Türkiye arabulucu konumuna
bile layık görülmüyor? Yine bu süreçte Hamas, Kıbrıs Rum kesiminin
limanlarının kullanılması gerektiğini Gazze’ye yapılacak yardım içinde
açıklama yaptı. Bütün bunlar bizi bir tek sonuca götürdü, 9 Yurttaşımız
öldü, onların kanı yerde, o kanların sorumlusu da Recep Tayyip Erdoğan
ve onun partisi olan Adalet ve Kalkınma Partisidir. (Alkışlar)
Eğer bugün Türkiye, eksen kaydı mı kaymadı mı
tartışması yapılıyorsa Batı’da da içeride de, izlenen bu politikaların
güvensizliğinden kaynaklanan sonuçlardır. Artık Türkiye’nin dış
politikası Adalet ve Kalkınma Partisi hiç kimseye güven vermemektedir. O
güvensizliğin sonucudur ki Türkiye’nin konumu Batı’da, Doğu’da da her
yerde de tartışma konusu olmuştur. İçeride yalnız kalmak, soyutlanmak
sadece bu olayla mı sınırlı kaldı? Hayır. İran’la anlaşma yapıldı,
Brezilya ve Türkiye tanıktı, Brezilya imzasını çekti, yine Türkiye
yalnız kaldı. Adalet ve Kalkınma Partisinin başarılı politikasının her
hâlde bir sonucu da bu olsa gerek.
Güvensizlik nereden çıkıyor, değerli
arkadaşlar? Güvensizlik, Adalet ve Kalkınma Partisinin izlediği
politikalardan çıkıyor, söylemleriyle eylemlerinin taban tabana zıt
olmasından çıkıyor. Eğer bir şey söylüyorsa bilin ki, artık Adalet ve
Kalkınma Partisi onun aksini yapacaktır. Örnek mi istiyorsunuz? Çok
güncel bir örnek vereceğim size. 23/6/2010, dediler ki “Enerji
fiyatlarında, elektrik fiyatlarında indirim yapacağız.” Hepimiz
sevindik. İyi ya, herkesin hemen hemen ilgi alanına giren, herkesin
bütçesini yakından ilgilendiren elektrik fiyatları ucuzlayacaktı. Yüzde
3,2 ve yüzde 4,5 oranında indirim yapılacaktı ve indirim 1 Temmuzda
başlayacaktı. 1 Temmuz geldi tam aksi oldu, indirimden vazgeçtiler, bir
de üstüne yüzde 2,3’lik zam yaptılar. Şimdi, bu nasıl bir hükümet, halka
söz veriyor, fazla değil, bir süre sonra yüzde yüz çark ediyor. Bari
zam yapma. Hayır, zam da yapacağım diyor. O zaman demokrasinin
güçlenmesi açısından yurttaşlarıma bir çağrıda bulunuyorum: Uygar bir
ülkede, hukukun egemen olduğu bir ülkede, demokrasinin geliştiği bir
ülkede doğruyu söylemeyen, halkı aldatan siyasal parti sandıkta alaşağı
edilir. Görev halktadır ve….(Alkışlar)
Biz yıllardır söylüyoruz, bu Adalet ve Kalkınma
Partisi ülkeyi yönetemez. Adındaki “Adalete” bakmayın, adaletli değil
bu. Adındaki “Kalkınmaya” bakmayın, kalkınma değil bu. Ne diyorduk? Ne
söylüyorlarsa aksini yapıyorlar, ne yazıyorlarsa da aksini yapıyorlar.
İsimleri adaletse, bilin ki bu ülkeye adaletsizliği getiriyorlar. Adında
“Kalkınma” varsa, bilin ki bu ülkeye kalkınmayı getirmiyorlar, bunların
yapısı budur. (Alkışlar) Onun için söyledik, bunlar hesap kitap da
bilmezler. Bunlar halkı düşünmezler. Bunların tek düşündüğü alan vardır,
kendi cepleri ve yandaşlarının cepleri. (Alkışlar) Elektriğe zam
gelince arkadaşlara dedim ki konuyu bir araştıralım, acaba petrole zam
mı geldi, doğalgaza zam mı geldi, kömüre zam mı geldi, dolar mı yükseldi
bunlar zam yapıyorlar. Hayır, tam aksine petrol fiyatları da düştü. O
zaman bu zammı neden yapıyorsunuz ve Sayın Başbakan dönüp halka şu
güvenceyi halka vermemeli, bize güvenin dememeli. Güvenmeyeceğiz,
güvenmemeyi de artık bundan sonra bileceğiz ki Adalet ve Kalkınma
Partisi için temel kuraldır, onlara güvenmeyeceğiz. (Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Geçen cumartesi ve Pazar
günü Trabzon ve Giresun’a gittik. Yurttaşlarımızla beraber olduk,
onlarla sohbet ettik, onların dertlerini dinledik, her ilde yaptığımız
gibi basına kapalı sivil toplum örgütleriyle, esnaf kuruluşlarıyla,
ziraat odalarıyla, sanayi odalarıyla, ticaret borsası, işçi ve işveren
sendikaları yetkilileriyle oturduk konuştuk, dertleştik. Vardığımız
sonuç şu: Karadeniz’deki sonuçla Urfa’daki sorun farklı değil, orada da
işsizlik var, orada işsizlik var; orada da insanlar geçinemiyor, orada
da geçinemiyor ve ciddi bir sorun var. Neden tümünü bir araya
getiriyoruz? Belki de bunu ilk kez CHP yapıyor. Sanayiciyle işçi aynı
yerde, ziraat odasıyla üretici, tüketici aynı yerde, kuyumcular
derneğiyle öğretmenler aynı yerde ve onlara şunu söylüyoruz: Şu salonda
gördüğünüz 80 – 90 kişi, bazen 100 kişi, Türkiye’de demokrasinin
gelecekte ne kadar güçleneceğini CHP eliyle biz size göstermiş oluyoruz.
İşçi burada söylüyor sanayici dinliyor, fındık üreticisi söylüyor
fındık ihracatçısı dinliyor, dolayısıyla bizim amacımız o mutlu ve
huzurlu Türkiye’yi yaratmak. Milli değer yaratmak, katma değer yaratmak,
yaratılan katma değeri de hakça bölüşmek. Bu felsefeden olaya
yaklaştığımızı onlara da anlatıyoruz. (Alkışlar)
Karadeniz’deki gezimizde bazı gözlemlerimiz
oldu, o gözlemlerimizi de kısaca sizlere aktarayım. AKP’nin izlediği
ikiyüzlü politikalarla ekonomide ciddi kayıplar var, bölgeden ciddi
göçler var. Fındık üreticisi perişan edilmiş vaziyette. 2004’te yaşanan
don faciasının bedeli dahi -2010 yılına geldik, ödenmiş durumda değil.
Fiskobirlik, adeta ölüme terk edilmiş ve Karadeniz üreticisi, fındık
üreticisi geleceğe büyük bir kaygıyla bakıyor. Biz onlara şu güvenceyi
verdik, bu kürsüden de aynı güvenceyi bütün milletimize veriyoruz.
Birinci olarak şunu söyledik: Fındık, Karadeniz Bölgesi için stratejik
bir üründür, yani milli bir üründür, yani yüz binlerce ailenin tek geçim
kaynağı fındıktır. O zaman fındığı özel devletin koruması ve politikası
altında mutlaka yeniden yapılandırmak, yeniden üretmek, yeniden
politikasını oluşturmamız gerekiyor. Yani fındık bir milli üründür,
Zonguldak’ın kömürü gibi değerlendirilecektir. (Alkışlar)
İkinci önemli nokta, fındıkta dünya
birincisiyiz, fındık üretiminde dünya birincisiyiz ama dünya
birincisiyiz de fiyatı biz belirleyemiyoruz, niçin? Petrol üreticileri
bir araya gelirler, bütün dünyada petrol fiyatını belirlerler, üstelik
bunlar değişik ülkeler, biz tek bir ülkeyiz, fındık üretiminde
birinciyiz fakat fiyat belirleyemiyoruz, fiyatı uluslararası
spekülatörler belirliyor ve bizim fındık üreticimizin alın terini
birileri sömürüyor. Biz şunu söyledik, sözünü de verdik: Karadeniz’de
kesinlikle bir fındık borsası kurulacak ve fındık fiyatını da Türkiye
belirleyecektir. (Alkışlar) Bu yetmiyor, Fiskobirlik’i yeniden
yapılandıracağız, idari ve mali özerkliğini sağlayacağız, siyasetçi
burnunu sokmayacak oraya ama önemli bir şey var. Fiskobirlik saydam
olacak, Fiskobirlik fındık üreticisine hesap verecek, CHP’nin
iktidarında herkes hesap verecek, hesap vermekten hiç kimse korkmayacak.
(Alkışlar) Eğer Fiskobirlik, üreticinin hakkını koruyacaksa, fındık
üreticisine kaynak aktaracaksa, onun ürününü hak ettiği değerden
alacaksa Fiskobirlik’te yolsuzluğa asla kapı aralamayacağız, yolsuzluk
yapanlardan hesap soracağız ve Fiskobirlik üreticiye hesap verir konuma
gelecek. Bunun hukuksal altyapısını oluşturacağız.
Sağlıklı bir stok kontrolü geliştireceğiz.
Fındık üretiminin az olduğu dönemlerle çok olduğu dönemler dikkate
alınacak, sağlıklı bir stok kontrolü yapılacak, dolayısıyla fiyat
üretiminde Türkiye tek bir numara olacak eskiden olmadığı gibi. Tek
fiyatı biz belirleyeceğiz, uluslararası piyasalara biz fiyatımızı
söyleyeceğiz ve dışarıdan da talepler bu bağlamda gelmiş olacak.
Fındık fiyatını mutlaka hâsılattan önce
açıklayacağız. CHP iktidarında uygulayacağımız politikalardan birisi de
bu. Böylece üretici, Fiskobirlik’e mi malını götürür verir, yoksa tacire
mi verir kendi tercihine bırakacağız. Onu son güne kadar gelip
tefecinin eline teslim etmeyeceğiz ve bir şey daha yapacağız. Eğer
fındık ürününü sanayide kullanmak isteyen bir yatırımcı varsa ona da
özel teşvik olanakları sağlayacağız. Böylece fındık üreticisinin,
Türkiye’nin fındık ihracatçısının kazanacağı bir modeli kuracağız. Alın
terinin karşılığı dışarıya gitmeyecek, alın terinin karşılığı Türkiye’de
kalacak. Türkiye fındıktan hak ettiği doları da bu yöntemle almış
olacak.
Karadeniz’in bir diğer temel özelliği var doğal
koşullardan kaynaklanan, kıyıya hapsedilmiş bir yapısı var. Karadeniz,
İç Anadolu’yla, GAP’la bağlantısı yok. O da CHP iktidarı döneminde
olacak. Doğudan batıya olan entegrasyon kuzeyden güneye de olacak.
Karadeniz’le GAP’ı buluşturacağız, bu konuda kararlıyız. (Alkışlar)
Değerli milletvekilleri, her gittiğimiz yerde
bize, Karadeniz de dâhil, çiftçinin üstündeki faiz yüklerinden büyük
şikâyetler geliyor. Haciz kıskacında çiftçi, haciz kıskacından
kurtulamıyor. Arabasını satan, pulluğunu satan, evini satan, tarlası
hacizli olan bir değil, bin değil, binlerce çiftçi var. Ben size bazı
rakamlar vereyim, izin de vereceğim, belki AKP’liler gider araştırırlar
diye.
Muhlis Aslanalp, Sivas Yeniyapan Köyünden. Ana
para borç 18 228 lira, faizle beraber rakam 198 533 liraya çıkmış.
Müseyip Karabağ, Kars’tan, 4 707 lira ana
borcu, faizle beraber 62 235 liraya çıkmış.
Ragıp Taş, Eskişehir Taşlı Köyünden, anapara
borcu 9 600 lira, faiziyle birlikte 95 000 lira olmuş.
Tevfik Atik, Yozgat Akdağmadeni’nden, borç ana
parası 5 000 lira, faiziyle beraber 13 000 lirasını ödemiş, şimdi 48 000
lira daha istiyorlar.
Ayşe Algaş, Eskişehir Seyitgazi’den. 23 000
lira anapara borcu var, faiziyle birlikte 35 bin lirasını ödemiş, şu
anda 284 bin 393 lira daha para istiyorlar.
Beyaz İrenci, Konya’dan, 58 430 lira var
anapara borcu, 280 013 lira istiyorlar.
Ali Sezen, Ankara Beypazarı’ndan, 46 781 lira
anapara borcu var, 167 706 lira istiyorlar. Bu yük, bu çiftçi tarafından
çekilemez, bu yük bu üretici tarafından çekilemez. Siz yasa
çıkaracaksınız diyeceksiniz ki, gayri safi milli hâsılanın yüzde 1’i
oranında ben çiftçiye teşvik vereceğim, bunun yarısını dahi
vermeyeceksiniz, ama çiftçiyi getireceksiniz faiz kıskacında
boğacaksınız. Üretme diyeceksiniz, tarlanı sat diyeceksiniz, traktörünü
sat diyeceksiniz, bu adam borçlarını nasıl ödeyecek? Bu, tam bir
vicdansızlıktır, bunu şiddetle protesto etmemiz lazım. (Alkışlar)
Değerli milletvekilleri, bugünlerde okullarımız
tatile girdi, çocuklarımız karnelerini aldılar. Onları bazen sokakta da
görüyoruz, caddelerde de görüyoruz, oyun yerlerinde de görüyoruz,
üniversitelerimiz ağır ağır mezunlarını vermeye başladılar, oralarda da
diploma törenleri yapılıyor. Bütün öğrenci kardeşlerimize bundan sonraki
okullarında, sınıflarında başarılı bir süreç geçirmelerini diliyoruz
ama AKP iktidarının Milli Eğitimi hiç de iyi bir noktaya getirmediğini
her hâlde hepiniz biliyorsunuz. Çoluk çocuk sahibi olan, çocuğunu okula
gönderen bütün anne babalar, acaba biz çocuğun geleceğini güvence altına
almak için mi okula gönderiyoruz? Boğazımızdan kesiyoruz, bir sürü
soruna katlanıyoruz ama sonucu ne olacak, bu çocukların geleceği ne
olacak diye o kaygıyı henüz üzerimizden atmış değiliz. (Alkışlar) Öyle
bir alan yaptılar ki milli eğitimi… Eğitime destek vereceğiz, hiç
endişeniz olmasın ama… (Alkışlar) Size şunu söyleyeyim: Eğitimi tümüyle
yazboz tahtasına çevirdiler. Aynı iktidar, bakan değişiyor eğitim
politikası değişiyor, nasıl olur bu? Bir iktidarın bir politikası olur,
kişiye göre politika mı olur? Bunlar, dediğim gibi güvensiz bir iktidar,
güven vermeyen bir iktidar. Hele hele çocukların geleceğini yazboz
tahtasına döndürürseniz, bu çocukların gelecek kaygısını üzerinizden
atın diye nasıl ailelerine dönüp bakarsınız? Bakın, bunların döneminde
genel lise sayısı 3 357’ye çıktı ama dershane sayısı ilk kez genel lise
sayısını aştı ve dershane sayısı 4 193’e çıktı. Dershanelere ailelerin
harcadığı para 16 milyar liranın üzerinde. Bugünkü yoksulluğa bakın,
borç batağına bakın, aileler yiyeceklerinden kesiyorlar, eğlencelerinden
kesiyorlar, gıdalarından kesiyorlar, giyimlerinden kesiyorlar çoluk
çocuklarını dershanelere gönderiyorlar acaba çocuğum başarılı olabilir
mi diye. 1 milyon 174 bin öğrenci dershaneye gidiyor. Eğitimin geldiği
sonuç ne biliyor musunuz arkadaşlar? Eğitimin geldiği sonuç şu: Çocuk
diploma alsın diye okula, bir şeyler öğrensin diye de dershaneye
gönderiliyor. İşte, AKP’nin milli eğitim politikası bu. Bu politikayı
hangi çağdaş ülkede görebilirsiniz? Hangi kalkınmış ülkede
görebilirsiniz? O zaman okulları kapatın dershaneler diploma versin, bu
sorunu da çözmüş olalım. (Alkışlar) Böyle bir anlayış olabilir mi?
Çocuklar çocukluklarını da yaşayamıyorlar. Orta öğrenim kurumları sınavı
geldi. Tek sınav yapılıyordu. Bir dönem bir bakanımız çıktı dedi ki,
“Biz bunu kaldırıyoruz. Yerine üç sınav getireceğiz, SBS, seviye tespit
sınavı yapacağız.” Sayın Bakan Hüseyin Çelik, 26 Ekim 2007’de şunu
söylüyor SBS’ye geçme gerekçesi olarak: “Yeni uygulama öğrencileri
dershanelere yönlendirmeyeceği gibi okuldaki dersler dikkate alınarak
soru sitili geliştirilmesinin öğrenciyi okula daha çok bağlayacağını
düşünüyoruz.” Bir sınavı üçe çıkarıyorsunuz, öğrenci dershaneye daha az
gidecek, sınav soru sistemi nedeniyle de çocuk okula daha fazla
bağlanmış olacak. Ortaya çıkan tablo tam bunun tersi. Milli Eğitim
Bakanlığı kendi yayınladığı bir kitapta SBS’ye geçme gerekçesini şöyle
anlatıyor: “OKS, yani orta öğrenimi için getirilen sınav sistemi, 120
dakikalık, tek oturumlu ve telafisi olmayan bir sınavla ölçerek
öğrencide ve velilerde kaygı, stres, gerilim, tek hedefe kilitlenme gibi
psikososyal açıdan olumsuz tutumları geliştirmiştir.” Yani tek sınavın
getirdiği sorunlar. “Oysaki hiçbir ölçme aracı öğrencide ve velide böyle
bir olumsuz tutum tetiklememektedir. OKS odaklı süreç, okul içi
performansı azaltmış, disiplini olumsuz etkilemiş, öğrenciyi okul dışı
kaynaklara yöneltmiştir. Aileye bir yandan ekonomik yük getirirken,
diğer yandan da öğrenci ve ailede stres kaynağı olmuştur.” Bunun yerine
tek sınavı kaldırdılar ve üç sınava geçtiler. Üç sınava ne zaman
geçtiler? 28/6/2020’da yeni bakan geldi ve yeni bakan açıklama yaptı.
Şimdi o açıklamayı okuyorum: Bu kez Sayın Bakan neden OKS’yi
kaldırdıklarını anlatıyor.
“Getirdiğimiz sistemin, yani eskiden tek
sistem, dershanelere yönelimi indireceğini düşünüyordum” diyor eski
sistem, ama aksi oldu, dershanelere daha fazla gitti. “Hepimizin bildiği
gibi uygulanan üç sınavlı orta öğrenim kurumlarına geçiş sisteminin
okul dışı kaynaklara yönelimi artırdığına, okulun eğitim sistemindeki
merkeziliğini kaybetmesine yol açtığına ve çocukların sosyopsikolojik
gelişimine olumsuz yönde etkilediğine yönelik kamuoyunda geniş bir
uzlaşı bulunmaktadır.” Tam tersini söylüyor. Bakanlar değişiyor, sistem
değişiyor, aynı gerekçelere dayanıyorlar ve bunun adı Milli Eğitim
Bakanlığı oluyor ve ikisi de aynı partinin elemanları. Oysa küçük bir
kardeşimiz, 23 Nisanda bu gerçeği saptamış. 23 Nisanda Başbakanlık
koltuğuna oturan Erçin Koçubaba şu açıklamayı yapmış: “SBS’yi ben
kaldıracağım.” (Alkışlar) Bu küçük kardeşimiz, yaşamın içinden, eğitimin
içinden geliyor, çünkü sınava o giriyor, hayatı o biliyor, sıkıntıları o
biliyor, arkadaşlarıyla oynamanın özlemini o hissediyor ve niçin
oynayamadığını da biliyor ve diyor ki “Ben Başbakan olduğumda SBS’yi
kaldıracağım.” Koca koca adamlar, bu çocukları deneme tahtası hâline
getirdiler ve sonra keşfettiler yaptıkları yanlışlıkları. Oysa o çocuğu
dinleselerdi gerçeği çok daha önceden öğrenmiş olacaklardı.
Eğitim bununla mı bitiyor, keşke bununla
bitseydi. Bir de YÖK belası var, biliyorsunuz. YÖK’ü AKP’nin arka
bahçesi hâline getirdiler ve YÖK’ü üniversitelere baskı aracı hâline
getirdiler. Öğretim üyeleri konuşmasın dediler, öğrenciler konuşmasın
dediler ve baskı aracına dönüştürdüler. Hani, bunlar demokrasi
diyorlardı ya, özgürlük diyorlardı ya, hak diyorlardı ya, adalet
diyorlardı ya, bütün bunları rafa kaldırdılar. Onu oy almak için
yapıyorlardı. Oy aldılar, şimdi halka hükmetmeye başladılar, YÖK
aracılığıyla da üniversitelere hükmediyorlar, üniversiteleri baskı
altına alıyorlar. Giresun Üniversitesinde bir rektör seçimi yapılıyor,
en çok oy alan 2 üyeyi yazmıyorlar, YÖK yazmıyorlar. 2 oy alan, biri
kendi oyu, yani 1 oy alan kişiyi listeye koyuyorlar ve buna da, YÖK’e
“adalet” diyorlar. Şimdi bu YÖK Başkanına sormak lazım: Sizin demokrasi
anlayışınız bu mudur acaba? (Alkışlar) Siz, öğrencinin önüne geçip,
üniversite öğrencisinin önüne geçip hangi anlayışla haktan, hukuktan ve
adaletten bahsedeceksiniz. Bir öğrenci kalkıp size şunu sorsa: Hocam,
siz nasıl oluyor da kendisine oy veren bir kişiyi listeye alıyorsunuz da
en çok oyu alan kişiyi listeye almıyorsunuz, bunu bana bir anlatır
mısınız dese acaba nasıl yanıt verecektir bu YÖK Başkanımız. (Alkışlar)
Ama halkımıza söz veriyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında YÖK
tamamıyla kaldırılacak. (Alkışlar) Üniversitelerin idari özerkliği
olacak, mali özerkliği olacak, bilimsel özerkliği olacak, her
üniversitede en aykırı düşünceler özgürce dile getirilecek CHP
iktidarında. (Alkışlar) Bizim hedefimiz, öğrencileri deneme tahtası
yapmaktan çok özgüveni olan, geleceğe kaygıyla değil güvenle bakan,
yaşamı sorgulayan bir eğitim sistemini hayata geçirmek olacaktır.
(Alkışlar)
Ben şimdi size AKP’nin programından bir bölümü
okumak isterim. Parti programının 5’inci maddesi “Eğitim, araştırma ve
istihdam planları olmaksızın yapılmaktadır.” Ne kadar doğru.
“Yükseköğretim kurumları dâhi eğitim öğretim kurumlarımızın çoğu
gerçekçi bir anlayıştan uzak diplomalı işsizler yetiştirmektedir.” Ne
kadar doğru. “Bu nedenlerle partimiz…” yani AKP “…eğitim alanında köklü
bir reform hareketine girişecektir.” Eğer reform buysa sevsinler sizin
reform anlayışınızı. (Alkışlar)
Hani dedik ya, bunların yazdıklarıyla
söyledikleriyle yaptıkları tamamen terstir diye. İşte, buradan da kendi
parti programlarında. Hangi uygulamayı yaptınız, eğitimde hangi çağdaş
kapıyı araladınız? Hangi planı, programı yaptınız? 2050 yılında, 2023
yılında, 2030 yılında Türkiye’nin hangi alanında ne kadar yetişmiş
insana, üniversite öğrencisine ihtiyacı var, bunun bir planlamasını
yaptınız mı? Yapmadılar. Yapamazlar, çünkü onlar Türkiye’nin geleceğini
düşünmüyorlar, onlar kendi geleceklerini düşünüyorlar, kendi
çocuklarının geleceğini düşünüyorlar, halkın çocuklarının geleceğini
değil. (Alkışlar) Ve biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, eğitimi üretim
için yapacağız, eğitim üretim için olacak. Kişi eğitilecek, kişi
okuyacak, hayatı sorgulayacak, üretim yapacak, ülkenin kalkınmasına
katkıda bulunacak, temel hedefimiz bu olacaktır. Eğitimde bir şey daha
yapacağız. 12 Eylül rejiminin el koyduğu öğretmen kuruluşlarının mal
varlıklarını öğretmen kuruluşlarına aynen iade edeceğiz. (Alkışlar) Ve
bir şey daha yapacağız. Bütün organize sanayi bölgelerinde ara eleman
yetiştirmek için yatılı meslek liseleri oluşturacağız. Çocuk okuyacak,
ailesine yük olmayacak, çevresine yok olmayacak, ikinci sınıftan
itibaren fabrikasına gidecek stajını görecek, mezun olunca işi hazır
olacak. (Alkışlar) Ve yine Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, zorunlu
eğitimi 12 yıla aşamalı olarak çıkaracağız, artık Türkiye çağdaş
normları yakalamak zorundadır. (Alkışlar)
Özel eğitim okulları, engelliler…(Alkışlar)
…onlar bizim insanımız, onlar bizim parçamız. Engelli olmayan yurttaş
nasıl iş istiyorsa, aş istiyorsa engellenin de sosyal devletten iş
isteme, aş isteme, eğitim isteme hakkı ve özgürlüğü vardır. (Alkışlar)
Engellilerle ilgili yeteri kadar okulumuz yok, engelli sayımız için
okullarımız yetersiz ama özel okullar var. Buraya giden engelli
kardeşlerimiz var. Bu okulların mutlaka desteklenmesi ve teşvik edilmesi
gerekiyor. (Alkışlar) Bürokraside çalıştığım yıllarda da engellilerin
yaşamlarına, onların karşılaştıkları zorlukların giderilmesi için özel
çaba harcadım. Bir parlamenter olarak da bu çabayı harcayacağız,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak da bu çabayı harcayacağız. (Alkışlar)
Değerli milletvekilleri, son olarak bir konuya
daha değinip izninizi isteyeceğim. AKP nükleer santrallerle ilgili
olarak bir yasa çıkardı. Rusya ile bir anlaşma yapıldı ve bu anlaşmaya
“uluslar arası anlaşma” dediler. Şimdi, tatile girmeden önce bu
anlaşmayı apar topar Parlamentodan geçirmek istiyorlar. Bu anlaşma
kamuoyunda yeteri kadar tartışılmış değil. Türkiye’nin burada çıkarı mı
var, zararı mı var akademik çevrelerle de, bu konuyla ilgili olan
çevrelerle de sağlıklı bir tartışma sürecinin yaşanması ve olayın,
hayatın sorgulanması lazım. Bu yapılmış değildir. AKP bunu getirerek
Anayasanın 90’ıncı maddesine göre bizim Anayasa Mahkemesine başvurma
yollarımızı kapatmak istiyor. Diyor ki, “bu bir uluslararası bir
anlaşmadır, geçecektir ve gereği yapılacaktır.” Ama AKP şunu unutmasın:
Türkiye Cumhuriyeti’nin aleyhine bir şey olursa –ki arkadaşlarımızın çok
ciddi kaygıları var. Bu konuda verdikleri muhalefet şerhlerinde bu
kaygıların tamamı orada yazılı- bunun hesabını soracağız, ne olursa
olsun soracağız. (Alkışlar) Ve şunu öğrenmek istiyoruz: Eğer bir nükleer
santral yapacaksanız çıkarırsınız uluslararası ihaleye kim en düşük
fiyatı verir, kim Türkiye’nin çıkarları için en uygun koşulları verirse
onunla anlaşma yaparsınız. Niçin uluslararası ihaleye çıkmaktan
kaçınıyorsunuz? Birilerinin özel koruyucusu musunuz, yoksa birilerini
özel olarak korumak için söz mü verdiniz? Bu soruların yanıtı henüz
alınmış değil ama önümüzdeki süreçte bunların tamamını soracağız ve
sorgulayacağız.
Hepinize en içten saygılarımı sunuyorum,
teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
|