-''SEN TEKEL'İ SATTIN DİYE, ONUN İÇİNDE ÇALIŞANLARI DA MI SATTIN SANIYORSUN''
-“HAKKINI
YEDİRMEK İSTEMEYEN TEKEL İŞÇİSİNE SEN DÜNYAYI DAR EDECEKSİN. BİR BAKAN
DA 'TEKEL İŞİNE ŞEYTAN KARIŞTI' DİYOR. İŞİN İÇİNDE ŞEYTAN VARDA ONUN NE
OLDUĞUNU BİLMEK LAZIM, BİZ O ŞEYTANI BİLİYORUZ”
-“İŞİN
İÇİNE ŞEYTAN KARIŞMIŞ, PKK VARMIŞ. PKK VARSA SENİN İŞİN NE? İŞÇİ
ARKADAŞLARIN MÜCADELESİNİN İÇİNDE PKK OLSAYDI, HABUR'DA PKK'LILARI
KARŞILADIKLARI GİBİ ALAY-I VALA İLE KARŞILARLAR. NE İSTİYORSUNUZ DİYE
SORARLAR, AYAKLARINA MAHKEME BİLE GÖNDERİP İŞLERİNİ HALLEDERLERDİ ÖYLE
OLSAYDI.. BÖYLE YAPMADIKLARINA GÖRE PKK'LI YOK''
-“SORUN
ANAYASADAN ÖNCE, O ANAYASAYI UYGULAMAK DURUMUNDA OLANLARIN
ZİHNİYETİDİR, ANLAYIŞIDIR, DÜŞÜNCESİDİR. SİZ DESPOTSANIZ HİÇBİR
ANAYASA SİZİ DEMOKRAT YAPAMAZ.''
-''ANAYASA
DEĞİŞİKLİĞİ GÜNDEMDEN ÇIKMIŞTIR. DEĞİŞİKLİK KONUSUNDAKİ TEREDDÜTÜN
ALTINDA BAŞBAKANIN İFADE ETTİĞİ GİBİ AKP GRUBUNUN PARLAMENTODA 330'ÜN
ÜZERİNDE OY TOPLAMA KONUSUNDA GÜÇLÜKLE KARŞILAŞACAĞI İDDİASI
YOKTUR.330’U BULABİLİRLER. ANCAK AKP, ARTIK HERHANGİ BİR KONUYU
REFERANDUMA GÖTÜRECEK DURUMDA DEĞİLDİR”
-“PARLAMENTODA
330'U BULMALARI İMKANSIZ DEĞİLDİR, AMA REFERANDUMDA YÜZDE 50'Yİ
BULMALARI İMKANSIZDIR. BU GERÇEĞİ KAVRAMAYA BAŞLAMIŞLARDIR. VE BUNU
GÖZE ALAMAMIŞLARDIR''
-“AKP
KADROLARININ ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ KONUSUNDAKİ İDDİALARININ, MİLLETİN
İHTİYAÇLARINDAN ÇOK, KENDİ SIKINTILARINI ÇÖZMEYE, KENDİ DÜNYA
GÖRÜŞLERİNİ TÜRKİYE'YE DAYATMAYA YÖNELİK ARAYIŞ İLE İLGİLİDİR HUKUKUN
ARKASINDAN DOLANABİLMEK İÇİN BİR ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ İSTEDİKLERİNİ
BİLİYORUZ”
-“DOKUNULMAZLIK
SORUNUNA İNANDIRICI VE DÜRÜST BİR YAKLAŞIM ORTAYA KONMADAN TÜRKİYE'DE
DEMOKRATİKLEŞME KONUSUNDA HİÇBİR CİDDİ ADIMIN İNANDIRICI OLMASI MÜMKÜN
DEĞİLDİR. ÇÜNKÜ MECLİSTE 550 MİLLETVEKİLİ AMA 608 FEZLEKE VARDIR”
-''TÜRKİYE'DE
KILIK KIYAFETLE İLGİLİ BİR KONUYU KONUŞACAKSAN, EŞİNİN ÜZERİNDEN
KONUŞMAYACAKSIN, EŞİNE YÖNELİK HATIRALARI ANLATARAK, ÜZÜNTÜLERİ
KAMUOYUNA YANSITARAK BİR MAĞDURİYET PSİKOLOJİSİ İNŞA ETME, BİR MERHAMET TALEBİNDE BULUNMA KONUMUNA GELİRSEN, O ZAMAN SİYASİ TARTIŞMAYA ÇOK YANLIŞ BİR BOYUTU BİZZAT SEN KATMIŞ OLURSUN''
-''EŞİMİZİ,
AİLEMİZİ, YAKINLARIMIZI SİYASET ZEMİNİNE TAŞIMAYACAĞIZ. BAŞKALARI,
RAKİPLERİMİZ BİZİMKİLERİ TAŞIMAYACAK, BİZ DE İŞİMİZE YARAR DİYE
UYGUNDUR DİYE KENDİ EŞİMİZİ, YAKINIMIZI SİYASET SAHNESİNE
TAŞIMAYACAĞIZ. TAŞIRSAK İŞTE O ZAMAN O DA SALDIRIYA HEDEF OLMAYA
BAŞLAR, EŞİNE EN BÜYÜK HAKSIZLIĞI SEN YAPMIŞ OLURSUN''
-“BİZİM
BİLDİĞİMİZ FAKAT ŞU ANA KADAR HİÇ SÖYLEMEDİĞİMİZ BİR BAŞKA OLAY VAR. BU
SAYIN BAŞBAKAN'A FRANSIZ DEVLET BAŞKANI'NIN LİSANI MÜNASİPLE BİR DEVLET
ZİYARETİ SIRASINDA 'EŞİNİ BURAYA GETİRME' DİYE MESAJ GÖNDERMİŞ
OLMASIDIR”
-“JACQUES
CHİRAC, SAYIN BAŞBAKAN'A SADECE KILIĞI KIYAFETİ DOLAYISIYLA BU YAPACAĞI
DEVLET ZİYARETİNDE 'EŞİNİ GETİRME' MESAJINI VERDİ. BUNU BİLİYORUZ. BUNU
BİR GÜN DİLE GETİRİP, ŞİKAYET KONUSU YAPTIK MI? BU BİZİ DE RENCİDE
ETTİ, RAHATSIZ ETTİ. NE SUÇLAMA KONUSU, NE SİYASİ TARTIŞMA KONUSU
YAPTIK”
-“ŞİMDİ
SEN NE AÇIYORSUN BU DEFTERLERİ? SEN ÜLKENİN YÖNETİMDEN SORUMLUSUN, SEN
AĞLAYACAK, ŞİKAYET EDECEK, MERHAMET TALEP EDECEK NOKTADA DEĞİLSİN. SEN
SORUNLARI ÇÖZECEK NOKTADASIN. ÇÖZEBİLDİĞİNİ ÇÖZERSİN, ÇÖZEMEDİĞİNİ
İSTİSMAR ETMEZSİN. HEM ÇÖZEMEM HEM İSTİSMAR EDERİM, BU YAKIŞMAZ. ÇÖZ
KARDEŞİM, ÇÖZ... AĞLAYACAĞINA ZAMANINDA ÇÖZ, ÇÖZEMİYORSAN DA
SUS.''
-“AKP’NİN
TALTİF EDİLMİŞ BİR MENSUBUNUN BİRİNE 'PEYGAMBER' DEMESİNİN, İNANÇLA,
DİNLE, İMANLA, İSLAMİYETLE BİR İLGİSİ OLABİLİR Mİ?”
''PEYGAMBER
BU MİLLETİN PEYGAMBERİ, BİR SİYASİ PARTİNİN DEĞİL. SADECE TÜRKİYE'NİN,
İSLAM ALEMİNİN DEĞİL, PEYGAMBERLERE SAYGI GÖSTEREN BÜTÜN İNANÇ
SAHİPLERİNİN PEYGAMBERİ. BÖYLE BİR ULVİ SEMBOLE, ŞAHSİYETE 'FALAN KİŞİ,
ADETA ODUR' DEDİĞİN ZAMAN, O İNSANI EZİP PERİŞAN ETMİŞ OLMAZSIN AMA
HERKESİN PEYGAMBERİNE EN BÜYÜK SAYGISIZLIĞI YAPMIŞ OLURSUN''
-“BU
YANLIŞ, ANCAK YANLIŞ, BU KİŞİLERİN ZİHNİYETİNDE, ANLAYIŞINDA. KISA BİR
SÜRE ÖNCE BİR BELEDİYE BAŞKANI ''HERKES ERDOĞAN'A İKİ REKAT ŞÜKÜR
NAMAZI KILSIN'' DEDİ. NAMAZ SİYASETÇİYE DEĞİL, ALLAH'A KILINIR. ŞU
HADDİNİ BİLMEZLİĞE, ÖLÇÜSÜZLÜĞE, İSTİSMARA BAKIN. BU KONULAR SİYASETTE
EĞER İŞLETİLİR, KULLANILIR, DEĞERLENDİRİLİR, HİMAYE GÖRÜRSE, TEPKİYİ DE
BERABERİNDE TAHRİK EDER. BU DİNE SAYGI MI? DİNE, PEYGAMBERE EN BÜYÜK
SAYGISIZLIK. BÖYLE BİR NAMAZ KILMA TEKLİFİNİN, MÜSLÜMANLIK İLE İZAH
EDİLİR TARAFI VAR MI?”
-''BİRİSİ
DE MECLİS’TE ÖZEL ODAYA GİRİYOR. ALİ KIRAN BAŞ KESEN, MECLİSİN EFESİ,
GELMİŞ TALİMAT VERİYOR. SEN ONU KADIN DİYE SAHİPSİZ Mİ ZANNETTİN?''
-“O
KİŞİ DİYOR Kİ; 'MECLİS BAŞKANVEKİLİ İSTERSE, ÖZÜR DİLERİM' ÖZÜR
DİLEMEK, SİPARİŞLE, TALEPLE OLMAZ. SENİN VİCDANIN, AHLAKIN, İLKELERİN,
YANLIŞ YAPTIĞINI SANA SÖYLÜYOR DA SEN ÖZÜR DİLİYORSAN O BAŞKA ŞEYDİR.
AYRICA,DEDİKODU YAPTIĞIN KİŞİYE KARŞI VİCDANİ SORUMLULUK HİSSETMİYOR
MUSUN, İTHAMINI KANITLAYABİLİR MİSİN, OLMADIĞI HALDE O İFTİRAYI
YAPMAYI, VİCDANINDA NASIL TAŞIYABİLİYORSUN?''
-''BU
HÜKÜMETİN SIFIR İHTİLAF KONUSUNDA DIŞ POLİTİKA ANLAYIŞININ BİZİ
GETİRDİĞİ EN SON NOKTA, ERMENİSTAN KONUSUNDA TAM BİR FİYASKODUR, TAM
BİR PERİŞANLIKTIR''
-''İKTİDARIN UYGULADIĞI YANLIŞ ERMENİSTAN POLİTİKASININ BEDELİNİ, DOĞALGAZ FATURASINI ÖDEYEMEYEN VATANDAŞIM SIRTLAYACAK''
-“BEN
'DOĞALGAZ ZAMMI GELİYOR, GELİYOR' DEDİKÇE, 'BAYKAL SÖYLÜYOR
YAPMAYACAĞIZ' DEDİLER. YİNE BEN 'GELİYOR' DEMEYE DEVAM EDİYORUM.
İNŞALLAH BU AY DA YAPMAZLAR DA VATANDAŞA KIŞI GEÇİRTMEYİ BAŞARIRIZ,
BENİM DE DERDİM O. AMA GELİYOR, GELECEK”
İletişim Koordinatörlüğü (Ankara)-
Genel Başkan Deniz Baykal CHP Grubu’nda Başbakan Erdoğan’a “Türkiye'de
yaşanan gerilimin tek sebebi sensin” dedi ve güncel olayları şöyle
değerlendirdi;
CHP GENEL BAŞKANI DENİZ BAYKAL’IN; 09.02.2010 TARİHİNDE GRUP GENEL KURUL TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, sevgili vatandaşlarım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum, hoş geldiniz. Bir kez daha grup toplantımızda
bir aradayız. Yoğun bir gündemimiz var, önemli gelişmeler yaşanıyor,
bütün bunları birlikte değerlendireceğiz.
Bugün
yine kapsamlı bir gündemle karşı karşıyayız. Değinmemiz gereken çok
önemli konular var. Tabii kısa bir süre önce Mecliste yaşanan olaylar,
o olayların arkasında yatan gerçekler, anlamı ve o olayların
değerlendirilmesi öncelikle önemli bir konu olarak önümüzde duruyor.
Yine aynı şekilde hiç şüphe yok, Cumhuriyet Halk Partisinin iktidar
programıyla ilgili olarak yapmaya başladığı açıklamalar toplumda çok
büyük bir ilgi ve destek yarattı. İktidar çevreleri bundan çok rahatsız
oldular. Bu konudaki anlayışımızı daha bir netleştirme ihtiyacımız var,
ona katkı yapmaya çalışacağım. Tabii Tekel işçilerinin mücadelesi,
bulunduğumuz aşamada ortaya çıkan tablo, iktidarın bu olay karşısında
içine girdiği tutarsız ve ilkesiz tavır, korkutmaya, yıldırmaya, tehdit
etmeye yönelik tavrı, buna karşılık toplumun sahip çıkıyor olması bu
konuya üzerinde durmamız gereken ana konular, bunlara gireceğim. Ama
onlara girerken önemli olduğunu düşündüğüm bazı gelişmelere dikkatinizi
çekmek istiyorum.
Sayın
Cumhurbaşkanı Hindistan’a giderken Anayasa değişikliği açılımının artık
bir kenara bırakılması gerektiğini ifade etti. Bunu çok önemli bir
tespit olarak görüyorum. Hatırlayacaksınız, burada geçen hafta, ondan
önceki buluşmalarımızda ve grup toplantısı dışında yaptığım
açıklamalarda aynı noktaya dikkati çekmiştim. Artık anayasa
değişikliğinin anlamını kaybettiğini, bunun takip edilemeyeceğini,
iktidarın anayasa değişikliğini takip etme konusundaki iradesinin artık
sürdürülemeyeceğini gördüğümü ifade etmiştim. Anayasa değişikliği
konusundaki bu tereddüdün altında sadece parlamentoda 330’un üzerinde
bir oy toplama konusunda AKP Grubunun güçlükle karşılaşacağı, o nedenle
bu konuda bir tereddüt içine iktidarın girdiği Başbakan tarafından
ifade ediliyor. Bu benim değerlendirmeme göre geçerli değildir, olay bu
değildir. Parlamentoda 330’u bulmaları imkânsız değildir, ama millette
referanduma gittikleri zaman yüzde 50’yi bulmaları imkânsızdır.
(Alkışlar) Bu gerçeği kavramaya başlamışlardır ve bu olasılığı göze
alamamışlardır. Bunun böyle olacağını ben haftalar önce söylemiştim,
boş sözdür bu, meydan okumadır, bunu göze alabilecek bir durumda
olmadıklarını anlayacaklardır ve anayasa değişikliği artık bir kenara
itilecektir demiştim. Şimdi gelişmeler, Sayın Cumhurbaşkanının
ifadesiyle de netlik kazanmıştır. AKP, artık bir referanduma herhangi
bir konuyu sürebilir noktada olmaktan çıkmıştır. Bu gerçek, önümüzdeki
dönemin anlaşılması bakımından fevkalade önemlidir. Anayasa değişikliği
tabii çok önemli bir konudur. Bizim de Anayasa değişikliğiyle ilgili
çok ciddi hazırlıklarımız var, ciddi projelerimiz var, onları yaşama
geçirmek istiyoruz ama bugünkü parlamento yapısı içinde Türkiye’nin
gerçek ihtiyaçlarına cevap verecek gerçekten demokratik, gerçekten
hukuka saygılı, gerçekten ülkenin milli ihtiyaçlarına cevap verecek bir
anayasa düzenlemenin mümkün olmadığını görüyoruz, çok açık bir gerçek.
Bunu ifade ediyoruz ve AKP kadrolarının anayasa değişikliği konusundaki
iddialarının milletin, toplumun ihtiyaçlarından çok kendi sıkıntılarını
çözmeye yönelik, kendi dünya görüşlerini Türkiye’ye dayatmaya bir
arayışla ilgili olduğunu ifade ediyoruz. Hukuku etkisiz kılmak için,
hukukun arkasından dolanabilmek için bir anayasa değişikliği
istediklerini biliyoruz, hiçbir şekilde dokunulmazlıkların
kaldırılmasına yönelik bir anlayış içinde olmadıklarını biliyoruz,
üniversite yönetimlerini demokratikleşme doğrultusunda bir arayış
içinde olmadıklarını biliyoruz, o nedenle bir anayasa değişikliği
konusunda onlarla bir anlayış birliği içine girmemiz olağanüstü güçtür.
Geçenlerde ifade ettim, Mecliste 550 milletvekili var, 608 fezleke var
Mecliste, yani 608 dosya milletvekilleriyle ilgili olarak yargının
değerlendirmesini bekliyor, ama yargı harekete geçemiyor, adım
atamıyor. Niçin? Çünkü milletvekilinin dokunulmazlığı var. Peki, böyle
bir dokunulmazlık Avrupa’da var mı? Fransa’da var mı, İngiltere’de var
mı, İtalya’da var mı, Yunanistan’da var mı, herhangi bir Batı Avrupa
ülkesinde var mı? Hayır, yok. Bu kadar demokrasi lafı ediyorsunuz, bir
de küçük bir dokunulmazlık taahhüdü yapıverin, iğneyi de kendinize
batırıverin. (Alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, dokunulmazlık sorununa inandırıcı, kararlı, dürüst bir
yaklaşım ortaya koymadan Türkiye’de demokratikleşme doğrultusunda
hiçbir ciddi adımın inandırıcı olması mümkün değildir. İlk şart, önce
milletvekili olarak hesabını vermeye hazır olduğunu ortaya koyacaksın.
Onun dışında bunu saklamaya kalktın mı attığın her adım inandırıcı
olmaktan uzaktır, aldatmacaya yöneliktir. Evet, yani bu gerçek ortaya
çıkmıştır. Sayın Cumhurbaşkanı “Tarihi bir fırsattır” diye üzüntüsünü
ifade ediyor bu konuda. Sayın Cumhurbaşkanı tarihi fırsatları yakalama
konusunda hepimizden daha yetenekli gözüküyor. Sık sık Türkiye’nin
önündeki tarihi fırsatları bize müjdeliyor ama ne yazık ki şu anda
kadar o tarihi fırsatların altından milleti mutlu edecek herhangi bir
şey çıkmış değildir. Yani Kürt açılımı için de “tarihi bir fırsattır”
diyordu. Açılımın Türkiye’yi nereye getirdiğini gördük. Ermeni açılımı
için yine “Tarihi bir fırsattır” diyordu, onun Türkiye’yi nereye
getirdiğini gördük. Anayasa değişikliği konusunda da” tarihi bir
fırsatı kaçırdık” diyor. Üzülmesin Sayın Cumhurbaşkanı, o tarihi
fırsatı, inşallah, günü geldiği zaman bu milletimiz yakalayacaktır ve
Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz de gereğini yapacağız. (Alkışlar)
Tabi
bu konuları konuşurken Sayın Cumhurbaşkanı, anayasa yapma konusunda
uzlaşma ihtiyacının altını çiziyor. Haklıdır, doğrudur ama Türkiye’de
uzlaşma konusundaki ilk büyük temel yanlış, hatırlatmak zorundayım,
Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili konuda olmuştur. (Alkışlar) Yani siz,
kendi seçiminiz söz konusu olduğu zaman “seçecek parlamento çoğunluğu
elimizde var ya da anayasayı değiştirecek parlamento çoğunluğu elimizde
var biz yaparız ve bu uzlaşma olsa da olmasa da inandığımız doğrultuda
yürürüz” diye yola çıkarsanız bu memleketin en çok uzlaşmayı araması
gereken noktada Cumhurbaşkanlığı konusunda bir uzlaşma ihtiyacını yok
sayarsanız ve kendi iradenizi oraya dayatırsanız, sonra uzlaşma
olmadığı için anayasa yapamıyoruz dersiniz, sonra Türkiye’de toplum
birbirine düşmeye başladığı zaman herkes birbirine bakar, ya burayı kim
toplayacak, nasıl toplayacak, siyasi tarafları bir araya getirip kim
etkili olacak diye aramaya başlarsanız, millet çıkar içinden der ki,
ya, Türkiye’ye bir ombudsman lazım, ombudsman olsa da Türkiye’deki
ihtilafları yukarı düzeyde bir araya getirse dersiniz. Aslında o
ombudsman işte Cumhurbaşkanının ta kendisidir. (Alkışlar) Eğer
uzlaşmayla seçilmiş olsaydı işte o ombudsman olurdu. Şu Türkiye
tablosunda ülkeyi kucaklayacak bir anlayış ortaya çıkardı. Bakın söz
buraya gelmişken son günlerdeki rektör atamalarıyla ilgili olarak
ortaya çıkan manzaraya da değinmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, Sayın Cumhurbaşkanı son dönemde 14 rektör atadı
ki, bu atamaların tümü üniversite öğretim üyelerinin tercihlerinin
dışında oluşturulmuştur. Yani seçim yapılmıştır, oylama yapılmıştır,
oylama sonucunda adaylar sıralanmıştır, fakat Sayın Cumhurbaşkanı
rektör atarken bu seçimleri hiç dikkate almamıştır, üniversitenin
iradesini yok saymıştır, tercihini yok saymıştır, uygun gördüğü kişiyi
atamıştır.
Değerli
arkadaşlarım, bu atamaların en dramatik sonuç doğuranı Bolu’daki İzzet
Baysal Üniversitesinde gerçekleşmiştir. İzzet Baysal Üniversitesi
biliyorsunuz, o bölgenin yetiştirdiği çok değerli, çok saygıdeğer bir
büyük iş adamının, rahmetli İzzet Baysal’ın bağışlarıyla bir
üniversitenin kurulması sağlanmış, sonra bu üniversite bir vakıf
üniversitesi olarak devam etmek istememiş, tamamen özel kaynaklarla
kurulduğu hâlde kurulduktan sonra üniversiteyi devlete bağışlamış,
devlete emanet etmiş, ben kurdum üniversiteyi, bak burada bir de vakıf
var, bu vakıf da bu üniversiteye daima maddi bakımdan yardımcı olacak,
bütün gelirleri üniversiteye tahsis edilmiştir vakfın ama bunu devlet
üniversitesi olarak siz yönetin demiş ve devlete bunu teslim etmiş,
emanet etmiş. Geçenlerde, bu üniversitede sonradan bir devlet
üniversitesine dönüştüğü için, rektör ataması konusunda bilinen usul
uygulandı. Bu uygulanırken öğretim üyelerinin yaptığı sıralamayı YÖK’ün
değiştirmesi üzerine, bu vakfın sayın başkanı, rahmetli İzzet Baysal
ailesinin büyüğü Sayın Cumhurbaşkanına mektup yazdı. Bakın bu mektubu
sizin ve kamuoyumuzun bilgisine sunmak istiyorum:
“Sayın
Cumhurbaşkanım, vakfımızın kurucusu rahmetli amcam İzzet Baysal
hatırlayacağınızı sandığım gibi 2000 yılında vefat ettiğinde doğup
büyüdüğü ve ilk feyzini aldığı, çok sevdiği ana baba toprağı Bolu’suna
hem bir üniversite kazandırabilmiş olmanın hem de yüce Meclis
tarafından bu üniversiteye isminin verilmesi mutluluğunu ve gururunu
yaşamıştı. Takdir edersiniz ki bu Cenabı Hakkın her faniye nasip
etmeyeceği bir lütuf olmuştu. Vefatından sonra bu vakfın mütevellileri
onun vasiyeti ve arzuları doğrultusunda hizmetlerimizi aynı şevk ve
hızla devam ettirmekteyiz. Onun vefatında eğitim ve sağlık alanında
devletimize armağan edilen tesislerin sayısı 106 olmuştu. 2011 yılında
açılışını siz Sayın Cumhurbaşkanımızla yapabilmeyi ümit ettiğimiz Abant
İzzet Baysal Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi ile
bu sayı 127’ye ulaşmış olacaktır. Rahmetli amcamın en büyük arzusu
ismini taşıyan bu devlet üniversitesinin başarılı olması ve ülkeye
faydalı evlatlar yetiştirmesi idi. Bu nedenle biz, vakfının
emanetçileri de onun sağlığında yaptığı gibi vakıf gelirlerimizin
tümünü bu kurumun daha iyiye gitmesine seferber etmiş bulunmaktayız.
Takdir edilecektir ki, bu işe ancak üniversite rektörlüğüyle sıkı iş
birliği içinde olmamızı gerektirmektedir. Üç gün önce bu üniversitede
yeni rektörlük seçimleri yapıldı. Neticesi mevzuat gereği YÖK
tarafından yakında değerlendirilecek ve sizin takdirinize arz
edilecektir. “Daha YÖK değerlendirmeyi yapmamış. “Her şeyini
karşılıksız olarak devletine veren vakfımız için siz devlet
başkanımızın vereceği karar muhakkak ki üniversite için en hayırlı
karar olacaktır. Ancak şunu bilmenizi isteriz: Rektör Prof. Dr. Atilla
Kılıç’ın son dört yıllık dürüst, çalışkan, yapıcı ve girişimci
yönetiminde bu devlet üniversitemiz şimdiye kadar göremediğimiz bir
atılım ve gelişim sergilemiş, bu nedenle biz, tüm vakıf
mütevellilerinin takdirini kazanmıştır. Üniversitedeki akademisyenlerce
de son yapılan seçimde birinci sırada yer almış olması bu başarının
kurumun esas söz sahiplerince de onaylandığının göstergesi olmuştur.
Sayın YÖK Başkanlığı tarafından sizin takdirinize arz edilecek listede
hiç tahmin etmememize rağmen bir sıra değişikliği yapılmış olursa,
hasbelkader kendinden sonra ben yeğenini ataması nedeniyle hâlen
başkanlığını yaptığım vakıf adına bana bu değişikliğin doğru olmadığını
anlatabilme fırsatı vermenizi…”YÖK değiştirirse o listeyi çağırın beni
de size bir on beş dakika anlatayım diyor. “…ve 15 dakikalık bir
görüşme lütfetmenizi takdirlerinize ve tensiplerinize sunuyorum” diyor.
Muhtemel bir tehlikeye karşı, aman ha deme fırsatını bana verin, ben
size anlatayım olayı diyor. Anlatacağı şeyler daha sonra anlaşıldı.
Şimdi,
değerli arkadaşlarım, bir süre sonra yine basınımızda bu konuda çıkan
bir yazı, “Baysal ağladı. Gül’ün yeni rektör atamasına gözyaşlarıyla
tepki gösterdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, önceki gün Abant İzzet
Baysal Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Hayri Coşkun’u rektör olarak
atadı. İzzet Baysal Vakfı Başkanı, merhum İzzet Baysal’ın yeğeni Ahmet
Baysal bir basın toplantısı düzenleyerek atamaya tepki gösterdi. Önce
vakfın mütevelli heyeti üyesi Mustafa Yaman, Baysal adına yazılı
açıklamayı okudu. Yazılı açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Bugün
iktidardaki partinin siyasi ideolojisi hâlâ birçoklarımıza hatta
Anayasa Mahkemesince bile açıklığa kavuşmuş değildir. Bilhassa
hepimizin dört elle sarılıp korumak mecburiyetinde olduğumuz laiklik
ilkesi konusunda şüphelerimiz silinmiş değildir. Bu üniversitede Sayın
Erbakan’ın döneminde yaşananları tüm içtenliğimizle unutmak istememize
rağmen aynı siyasi çizgiden gelen bugünkü iktidarın, Anayasamızın
teminatı altındaki tüm özel kurumlarda söz sahibi olma gayretleri
tedirginliğimizin sürmesine neden olmaktadır.” Bunlar yazılı olarak
açıklanmış, daha sonra söz alan Ahmet Baysal zaman zaman gözyaşları
dökerek şöyle konuşmuştur:
“Vakıf
Başkanına Cumhurbaşkanından 15 dakikalık görüşmenin çok görülmesi ben
çok üzdü. Bunu kınıyorum. Dış gezileri de yoktu. Lütfetseler uçarcasına
yanlarında olurdum. Beni daha fazla üzen nokta İzzet Babaya yapılan
saygısızlıktır. Artık üzüntüleri kenara bırakmamız zamanıdır.
Elbirliğiyle çalışacağız, devletin başı siyasetin girmesini önleyecek
kişidir üniversiteye. Siyasiler, bir adayı desteklemişlerdir. O aday
benim gözümde siyasilerin adayıdır.” (Alkışlar) Bu, seçimden önce
üniversitede sıralamada geride olduğu hâlde ön plana geçirilen kişi AKP
milletvekilleriyle üniversitede gösterişli yemekler yemiştir. Bu
olaylar üniversiteyi üzmüştür, sarsmıştır ve daha sonra atamada bu
çizgi de ortaya çıkmıştır. Şimdi uzlaşma, anayasa değişikliği toplumda,
anayasayı yapma fırsatının kaçırılmış olması konusundaki üzüntü
beyanları ne anlama geliyor değerli arkadaşlarım? Yani nedir onlar?
Anayasa mı size o sıralamayı bozun, o üniversiteyi kuran insanların, o
üniversitede görev yapan hocaların tümünün aman, dokunmayın, bu iyi bir
rektördür dediği hâlde, hayır, benim örgütüm, benim partizanlarım,
milletvekillerim onu değil bunu istiyor diye değiştirme yapmanızı
zorunlu kılan elinizdeki 82 Anayasası mı, o anayasadan dolayı mı
yapamıyorsunuz, yoksa kafanızdaki demokrasiye bir türlü
alıştıramadığınız anlayışınız dolayısıyla mı? (Alkışlar) Bu olayla bir
kez daha ortaya çıkmıştır ki sorun anayasadan önce o anayasayı
uygulamak durumunda olanların zihniyetidir, anlayışıdır, düşüncesidir.
Siz despotsanız hiçbir anayasa sizi demokrat yapamaz. (Alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, bu geçen haftanın unutulmaması gereken bir temel
olayıdır. Buradan çıkarılacak ibret dersi vardır. Olay budur işte, olay
budur. Fırsat buldunuz mu, elinize güç geçti mi, yetki sizin lehinize
çalıştı mı hak, adalet, insaf, insanlık, merhamet, şefkat ne
gerektirirse gerektirsin aklınızın doğrultusunda, çıkarınızın
doğrultusunda dayatıyorsanız, ki, bugün Türkiye’nin karşı karşıya
bulunduğu manzara budur, işte sizin gerçeğiniz de budur. (Alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, yine asıl konulara geçmeden değinmek istediğim, birkaç
haftadır bir türlü fırsat bulamadığım bir konu bu Ermeni açılımıyla
ilgili. Bu kürsüde açılımları daha başlamadan hep ele alırız
bilirsiniz, konuşuruz, değerlendiririz, nereye varacağını önceden
söyleriz, o anda belki bazıları, ya, durdun yerden karşı çıkıyorsun,
niye muhalefet ediyorsun, iyi niyetle yapıyorlar falan derler ama bir
süre sonra o açılımların ne olduğunu hep beraber yaşarız, görürüz.
Bütün açılımların serencamı bu olmuştur. Hiç ayrıntısına girmek
istemiyorum. Bir de Ermeni açılımı yapıldı biliyorsunuz. İsviçre’de
toplantılar yapıldı, heyecanlı buluşmalar gerçekleşti, “tarihi bir
fırsattır” denildi, protokoller imzalandı ve yola çıkıldı. Değerli
arkadaşlarım, olayın ayrıntısına girmek istemiyorum. Ermenistan bizim
bir komşumuzdur, Ermenistan kurulduktan sonra Türkiye onu ilk tanıyan
ülkelerden birisi olmuştur. Ermenistan’ın kurulmasını Türkiye büyük
heyecanla derhal tanımıştır. Biz, sınırımızda Ermenistan diye bir
devletin bulunmasından hiçbir şikâyet içinde olamayız, onlara
mutluluklar dileriz, huzur dileriz, barış dileriz, kardeşlik dileriz.
Tarihte yaşanmış olan acı olaylar ayrı bir önemli bir tartışma
konusudur. O tartışma konusunu kendi zemininde her zaman yaparız.
Gerçeklere saygı göstererek, tarihi gerçekleri ortaya koyarak, peşin
fikirli suçlamalara boyun eğmeyiz, gerçekleri araştırma konusunda da
iyi niyetle her zeminde gerçekleri ifade ederiz, dinleriz. Böyle bir
anlayış içinde bakıyoruz. Daha sonra bildiğiniz gibi, Ermenistan, 1993
yılında Azerbaycan’a yönelik askeri harekât yaptı, Azerbaycan toprağını
işgal etti, yedi önemli bölgeyi Arondisman dedikleri bölgeyi işgal
etti. Bunun işgal olduğunu bütün dünya biliyor, Birleşmiş Milletler
biliyor, Avrupa biliyor, yani ihtilaflı bir konu. Sen işgal diyorsun
ama aslı işgal değil diyen bir tane babayiğit yok. Herkes biliyor ki,
kaba bir işgaldir bu, işgal etti. İşgal üzerine tabii Azerbaycan’ın
yakın dostu olarak Türkiye “Olmaz böyle bir şey, burası önüne gelenin
istediğini yapacağı bir coğrafya değil, bu coğrafyada hukuk işleyecek,
hakka saygı işleyecek, ülkelerin egemenliğine saygı işleyecek, senin bu
davranışını onaylayamam” dedi ve Türkiye sınırını kapattı. O zamandan
bu yana sınır kapalı. Bundan Ermenistan çok rahatsız oldu. 2 – 2,5
milyonluk bir nüfus, ekonomi büyük sıkıntı içinde, insanlar yoksulluk,
fakirlik ve işsizlik içinde bunalmış durumda. 60 bin kadar Ermeni
kökenli insan Türkiye’ye geldi, bizim vatandaşımız da değil, ama
Türkiye bu işsizlik ortamında, bu ekonomik kriz ortamında o insanların
ekmek kavgasını Türkiye’de yapmasına Türkiye’de göz yumdu, bilerek göz
yumdu. Bu bizim kültürümüz, tarihimiz boyunca böyle yapmışız. Çorbamızı
paylaşmışız, ekmeğimizi paylaşmışız, gerçekten sıkıntıya düşen
insanların tabiyetini mesele yapmamışız, hükümranlığını mesele
yapmamışız. Irak’ta Kürt kökenli insanlar saldırıya maruz kalmışlar, 2
milyonu kopmuş gelmiş Türkiye’ye, kucaklamışız hep beraber, soframızı
onlarla da paylaşmışız. Bulgaristan’da Türklere baskı yapılmış Jivkov
döneminde, adları soyadları değiştirilmeye kalkışılmış, onlar göçmüşler
Türkiye’ye gelmişler, onlarla aynı şekilde kucaklaşmışız. İran’da
Humeyni rejiminden kalkan 1 milyona yakın İranlı Türkiye’ye gelmiş,
İstanbul’a gelmiş yerleşmiş. Bosna’da yaşanan facialardan kopanlar
buraya gelmişler, burada yaşamışlar. Yani bunu daima bir temel ahlak,
bir anlayış gereği olarak yapmışız, şu anda da yapmaya devam ediyoruz.
Ama Türkiye sınırı Ermenistan’a düşmanlık duyduğundan dolayı değil,
Ermeni halkına eziyet etmek istediği için değil, Ermenistan’ın
Türkiye’ye yönelik haksız iddialarına tepki gösterdiği için değil, öyle
iddialar var biliyorsunuz, sınırı kabul etmiyorlar, bizim Kars,
Ardahan, Iğdır sınırımızı kabul etmiyorlar, o geçerli değilmiş, orası
bunların Batı Ermenistan diye bildiği bölgeymiş, anayasalarına
yazmışlar, anayasa belgelerine koymuşlar, soykırımı bir temel suçlama
diye koymuşlar. Bunlar haksız ama ona rağmen biz tanımışız onları, ona
rağmen düşmanlık yapmıyoruz, ama sınırı kapattık. Niye kapattık? Çünkü
Azerbaycan’a yaptığını kabul edemeyiz dedik.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi, aradan zaman geçti, bu hükümet iş başında “sıfır
ihtilaf” diyor ya, herkesle dost olacak ya, hiçbir ülkeyle ihtilaf
olmayacak ya, yani ihtilafı ortadan kaldırmak bizim elimizdeyse, bu
demektir ki ihtilafı biz yarattık, yani ihtilafı biz yaratmış isek biz
kaldırabiliriz. Eğer ihtilafı biz yaratmadık, biraz o ölçüde, bir
ölçüde biraz olsa da başkaları da yaratmışsa o zaman kaldırmak bizim
onların yarattığı ihtilafı hazmetmek anlayışında olduğumuzu ortaya
koyar değil mi sıfır ihtilaf politikası. Ya, sen “sıfır ihtilaf”
diyorsun, karşındaki diyor mu? Hayır, demiyor. Sıfır ihtilaf diye
çıktık, çıktık ne oldu, o da ayrı, yani diğer ülkelerde, diğer
konularda ne oldu? Şimdi, burada çıktık bir protokol imzaladık. Biz
dedik ki, ya bu yanlıştır. Bakın Ermenistan ile Türkiye arasında
ilişkilerin daha iyi hâle dönüştürülmesini sağlayacak bir anlayışı biz
Ermenistan’da göremiyoruz. Nedir o? İşgal sıkıntıya soktu ilişkiyi,
işgali ortadan kaldırma konusunda yeni bir irade emaresi ortaya çıkar.
Görürsün ki Ermenistan’da o işgale son verme anlayışı içine girmeye
başlamıştır. Bunu görürsek biz de destek oluruz, iş birliği yaparız,
onlar işgale son verirler, biz de sınırı açarız, ama bunu görmüyoruz
dedik iktidara. Onlar işgale son vermiyorlarsa sakın ha bunu yapmaya
kalkmayın, bunu yaparsanız Azerbaycan çok rahatsız olur dedik.
Azerbaycan’ı rahatsız ederiz, tedirgin ederiz, karşımıza alırız dedik,
yapmayın bunu dedik. Azerbaycan Kafkasya için önemlidir, Türkiye için
önemlidir, Avrupa için, Amerika için önemlidir, onların zannettiğinden
daha önemlidir, biz biliyoruz onların önemini dedik. Azerbaycan’ı
tedirgin etmeyin, Azerbaycan’daki işgalin üstüne yatmak anlamına gelir.
Azerbaycan’daki Ermenistan işgaline göz yummak, onu meşrulaştırmak, onu
hazmetmek anlamına gelir. O zaman niye koydunuz bu yaptırımları daha
önce, niye bugüne kadar direndiniz, niye teslim oluyorsunuz? Ne
karşılığı teslim oluyorsunuz? (Alkışlar) Bunları sorduk, dediler ki
“Merak etmeyin, biz, o işgale son vermediği takdirde, Yukarı
Karabağ’daki Azerbaycan’daki işgale Ermenistan son vermediği takdirde
biz protokolü uygulamaya koymayız, sınırı açmayız. Peki sen bir
protokol imzaladın, bu imzaladığın protokolde yazıyor mu Karabağ
işgali, Azerbaycan işgali? Yok. Bizim kafamızda var! Ya, dış politika
böyle gitmez. Senin kafanda o var, başkasının kafasında başka şey var,
kafadakilerle olmaz bu iş, kâğıttakilerle olur, protokoldekilerle olur,
anlaşmadakilerle olur var mı? Yok. Ama biz böyle bakıyoruz. Bizden
tepkiyi gördü, Azerbaycan çok şiddetli tepki gösterdi, onun üzerine
Başbakan gitti, Azerbaycan Millet Meclisinde “işgal kalkmadan biz
sınırı açmayız” dedi. Şimdi bunu diyeceksen bu protokolü niye
imzaladın? Çünkü o taahhütle bu protokol çelişiyor, ikisi ayrı şey,
yanlış yapmaya başladın. Merak etme dediler. Gösterişli bir şekilde
İsviçre’de imzaladılar, futbol maçına gittiler, futbol maçına
çağırdılar Ermenistan Devlet Başkanını ve hep beraber sanki sınır
açılacak, Ermenistan da yumuşayacak, yeni bir noktaya gelecek ilişkiler
diye bekledik. Protokolde ne var? Bize dediler ki “protokolde
bildiğiniz gibi değil çok şey var.” Ne var? Bir dediler, “Bizim
sınırımızı tanımıyordu ya, Batı Ermenistan diyordu ya Kars, Ardahan’a,
şimdi vazgeçiyor, çünkü anlaşmalar doğrultusunda sınırı kabul edeceğini
protokole koyduk” dediler. Biz göremedik dedik, burada bu yok dedik.
“Var, var siz görmüyorsunuz” dediler. Ayrıca dediler ki “Soykırım
konusunda da onlar artık gevşedi.” Nereden çıkardınız? “Bir tarih
komisyonu kurulması kararlaştırıldı. Tarih komisyonu inceleyecek
konuyu. İşte, inceleyeceği konu da soykırım iddiasıdır.” dediler. Biz
yine dedik ki hayır, onu da görmedik. O tarih komisyonunun soykırım
iddiasını inceleyeceğine dair bir kabulün işareti yok dedik. “Var var”
dediler. İyi peki dedik, bekliyoruz aylardır. Geçenlerde Ermenistan
Anayasa Mahkemesi çıktı bir karar aldı. Dedi ki “Beyler, protokol
yapmışsınız iyi, hoş. Aferin bu protokolü de geçerli kabul ediyorum ama
zinhar, sayın hükümet, Ermenistan’ın bütün yetkilileri biliniz ki bu
protokol hiçbir şekilde bizim Türkiye ile sınırımızı kabul etmemiz
anlamına gelmez.
İki:
Soykırımı bilim kurulunun inceleyeceği anlamına gelmez. Ortada bir
bilim kurulu var da, o bilim kurulu soykırımı falan incelemeyecek.”
Peki neyi inceleyecek o bilim kurulu? “Sarı gelin Ermeni müziği midir
Türk müziği midir? Pilaki Ermeni pilakisi midir, yoksa Türk pilakisi
midir bunları inceleyecek herhâlde.” Bunu anayasa mahkemesi karar
altına aldı. O karar, Ermeni hükümeti nezdinde de bağlayıcıdır. Yani
karar alınmış, Ermenistan’ın kıpırdaması mümkün değil. Bu manzara
karşısında bizimkiler dediler ki “Ya bir açıklama yapın, protokolün
hâlâ geçerli olduğunu bize ifade edin, biz sizinle yine protokolü esas
alarak iş birliğine devam ederiz.” Ya, bunu söylese de söylemese de
Ermenistan hukuku, Anayasa mahkemesinin kararı sonucu Ermenistan
hükümetini bağlıyor. Yani velhasıl bu da tıkanmıştır değerli
arkadaşlarım, bu da çıkmaza girmiştir, bağlanan umutlar
gerçekleşmemiştir. Bütün bunları şimdi niye söylüyorum? 24 Nisan
geliyor, tekrar bu konu ısıtılmaya başlandı, Türkiye’nin üzerine
baskılar gelecek, tekrar Amerikan kongresinde işte soykırım konusunda
karar alma girişimleri yapılacak, aman bunu önlemek için siz biraz
harekete geçin denilecek vesaire. Yani bu hükümetin bu sıfır ihtilaf
konusundaki dış politika anlayışının bizi getirdiği en son nokta
Ermenistan konusunda budur. Tam bir fiyaskodur, tam bir perişanlıktır,
gereksiz yere umutlar verilmiştir ve hiçbir şey elde edilmemiştir. Peki
hiçbir şey elde edilmemiştir ne yapalım diyemezsiniz çünkü hiçbir şey
elde edilmemiştir diyorum ama hiçbir şey kaybedilmemiştir demiyorum,
çok şey kaybedildi. Yani ne kaybedildi? Bir defa Azerbaycan’ın dostluğu
kaybedildi. Türkiye için telafisi olağanüstü güç, çok gereksiz, çok
anlamsız, çok yanlış bir dış politika sorunu yaratıldı. Yani “sıfır
ihtilaf” diyordun, Ermenistan ile ihtilafı çözemedin, Azerbaycan ile
ihtilaf yarattın. Azerbaycan’la da artık eski ilişki yok. Şimdi
Azerbaycan doğalgaza zam yapacağını ilan etti. Şimdi bunun bedelini
zannetmeyin ki sadece diplomatlar ödeyecek ya da tarih kitaplarında bu
değerlendirme yapılacak, milletimizin her ay ödeyeceği doğal gaz
faturasına AKP İktidarının bu yanlış politikası yansıyacak. (Alkışlar)
Vatandaşlarım bilsin ki bugüne kadar geciktirdik, ben doğal gaz zammı
geliyor geliyor dedikçe “Baykal söylüyor yapmayacağız” dediler, şu ana
kadar yapmadılar, yine ben geliyor demeye devam ediyorum, geliyor doğal
gaz politikası. (Alkışlar) İnşallah, bu ay falan da yapmazlar da kışı
geçirtmeyi başarırız vatandaşa, benim de derdim o, şu kışı bir
atlatalım. (Alkışlar) Şu kış bari vatandaşımız biraz ferahlasın ama
geliyor, gelecek. Bilin ki geldiği zaman bunun altında bu yanlış
politika yatıyor, bu Ermenistan politikasının bedelini, bu iktidarın
uyguladığı yanlış Ermenistan politikasının bedelini benim doğal gaz
faturasını ödemekte sıkıntıya düşen vatandaşım sırtlanacak. Bu çok
büyük bir yanlıştır. Bu yanlışa da vatandaşlarımın dikkatini bir kez
daha çekmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, gelelim geçen haftanın güncel gündemine. Geçen hafta
Türkiye Büyük Millet Meclisi olumsuz anlamda tarihimizin en acı, en
üzüntü verici sahnelerini yaşadı. Bazen o sahnelere bakınca, acaba
Güney Kore Meclisine ait bir film mi gösteriliyor, Tayvan Meclisinde mi
bunlar var diye oradaki Uzakdoğu güreş ve savaş yetenekleri gelişmiş
milletvekillerinin sergiledikleri görüntülere benzer bir tabloyu burada
yaşadık. Çok acı bir manzara, çok üzüntü verici bir manzara.
Parlamentoda zaman zaman itişmeler, kakışmalar olur ama çoğu kere onlar
bireysel olur, çoğu kere fizik temas olmaz, sözlü düzeyde kalır, meydan
okuma düzeyinde kalır, ama burada parmaklar kırıldı, hastanelere
insanlar kaldırıldı, yani çok daha vahim, çok daha tehlikeli tablolar
da ortaya çıkabilirdi. Çok acı bir manzara yaşadık. Şimdi ben
düşünüyorum aradan biraz da zaman geçti, bunun arkasında ne var, nedir
bu olay diye bakınca gördüğüm bazı şeyler var. Bu yaşanan o acı, üzüntü
verici olayların arkasında görmemiz gereken üç ana nokta var, O
kavganın üç boyutu var. Bunlardan birisi eş tartışmasıdır. Şu ya da bu
şekilde aile ve eş tartışması kürsüye yansımıştır, siyasi tartışma
içine girmiştir. Tabii hassa bir konu, herkes için hassas, hepimiz için
hassas bu konu o tartışmayı, o gerilimi birdenbire olağanüstü yüksek
düzeye çıkarmıştır, birincisi bu.
İkincisi,
bir din istismarı boyutu vardır o olayın. Hiç tartışma götürmez bir
şekilde bir din istismarı boyutu vardır. Eş, aile tartışmasıyla din
istismarı tartışması iç içe girmiş, olay çığırından çıkmıştır.
Üçüncü
bir boyutu da saldırı boyutudur, açık bir saldırı gerçekleşmiştir, yani
spontane, kızgın bir tepki, anlık, plansız, insanın böyle refleksiyle
harekete geçerek bir kişinin, iki kişinin, üç kişinin bir olay
karşısında tahrik olarak belli bir tepkiyi göstermesi şeklinde değil,
çok sistemli, parti düzeyinde organize bir saldırı gerçekleşmiştir.
Şimdi bu olaylara yönelik değerlendirmelerimi de sizlerle paylaşmak
istiyorum. Önce eş ve aile tartışması. Çok üzüntü verici bir olay, biz
bundan çok rahatsız oluyoruz. Siyaset düşünceler etrafında yapılır,
ilkeler etrafında, görüşler etrafında yapılır ve bunları takdim eden
insanlar da siyasetçilerin kendileridir ve siyasi tartışmanın muhatabı
siyasetçidir. Hiçbir şekilde siyasi tartışmanın hedefi siyasetçinin
eşi, oğlu, kızı, anası, babası, hısımı, akrabası olmaz. Eğer onlar da
doğrudan siyasete girmişse o ayrı bir iş. (Alkışlar) Eğer doğrudan
siyasete girmediği hâlde, bir siyasetçinin eşi olduğu için bir
vatandaşımızı üzmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Onu tartışma konusu
yapmaya kimsenin hakkı yoktur. Bu, bizim ahlakımıza da yakışmaz,
terbiyemize de yakışmaz, siyasetimize de yakışmaz, insanlığımıza da
yakışmaz. Kavganı kiminle yapıyorsan onunla yapacaksın, kavgayı
taşırmayacaksın, kimsenin karısına, kızına, oğluna, torununa, anasına
babasına dokunmayacaksın, saygı göstereceksin. Bunu öğrenmediysen senin
siyaset sahnesinde yerin yok demektir. (Alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, bu bir temel ilke ama bu tek taraflı bir ilke değil, yani
hiçbirimiz de eşimizi, ailemizi, yakınlarımızı siyaset zeminine
taşımayacağız. Başkaları, rakiplerimiz bizimkileri taşımayacak, biz de
işimize yarar diye, uygundur diye kendi eşimizi, yakınımızı siyaset
sahnesine taşımayacağız, taşırsak işte o zaman o da saldırıya hedef
olmaya başlar, eşine en büyük haksızlığı sen yapmış olursun. Şimdi bu
iki nokta da hassas nokta. Bu olay da nasıl olmuştur? Bu olayda
maalesef ilk kez Sayın Başbakan, pazar günü, bir hafta önceki pazar
günü akşam TRT’deki toplantıda hiç icabı yokken eşiyle ilgili bir
konuyu kendisi gündeme getirmiştir. Yanlış buradan başlıyor. Yani
Türkiye’de kılık kıyafetle ilgili bir konuyu konuşacaksan eşinin
üzerinden bunu konuşmayacaksın, yanlış olur. Bu yapılmıştır ve yanlış
yapılmıştır. Yani eşine yönelik hatıralar anlatarak, üzüntüleri
kamuoyuna yansıtarak bir mağduriyet psikolojisi inşa etme, bir merhamet
talebinde bulunma konumuna gelirsen o zaman siyasi tartışmaya çok
yanlış bir boyutu bizzat sen katmış olursun ve maalesef öyle olmuştur.
Bu temel bir noktadır. Şimdi, yani bunların konuşulması üzüntü verici
olay. Sorun milletin sorunudur, milletin şikâyetidir, onu o çerçevede
konuşacaksın. Bakın Başbakan, o pazar günü işte bir olayı anlattı ama
bizim bildiğimiz fakat şu ana kadar hiç söylemediğimiz bir başka olay,
yine Sayın Başbakana Fransız Devlet Başkanının lisanı münasiple bir
devlet ziyareti sırasında “Eşini buraya getirme” diye mesaj göndermiş
olmasıdır. Bu olayı yaşadık. Sarkozy, Sayın Başbakana, sadece kılığı
kıyafeti dolayısıyla “Bu yapacağın devlet ziyaretinde eşini getirme”
mesajını verdi, bunu biliyoruz. Bunu bir gün biz şikâyet konusu yaptık
mı? Bir gün dile getirdik mi? Bu, bizi de rencide etti, bizi de
rahatsız etti, ne suçlama konusu yaptık, ne siyasi tartışma konusu
yaptık. Şimdi sen ne açıyorsun bu defterleri? Sen Başbakansın, sen
ülkenin yönetiminden sorumlusun. Sen ağlayacak, şikâyet edecek,
merhamet talep edecek noktada değilsin, sorunları çözecek noktadasın.
(Alkışlar) Çözebildiğini çözersin, çözemediğini istismar etmezsin,
istismar etmezsin çözemediğini. Hem çözemem hem istismar ederim bu
yakışmaz. Çöz kardeşim, çöz, şikâyet edeceğine, ağlayacağına zamanında
çöz, çözemiyorsan da sus. (Alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, din istismarı boyutu, şimdi bu boyutu yok mu bu işin?
Yani yok mu böyle bir şey? Bir süre önce senin eski il başkanın çıkmış,
herkesi rencide edecek, anlamsız, gülünç, yakışıksız sana bir methiye
düzmüş. Referans? Peygamber. Şimdi, değerli arkadaşlarım, yani
Peygamber bu milletin Peygamberi, bir siyasi partinin Peygamberi değil,
sadece Türkiye’nin değil bütün İslam âleminin Peygamberi, sadece İslam
âleminin değil peygamberlere saygı gösteren bütün inanç sahiplerinin
peygamberi. Şimdi, böyle bir ulvi sembole, şahsiyete, falan kişi adeta
odur dediğin zaman o insanı ezip perişan etmiş olmazsın ama herkesin
peygamberine en büyük saygısızlığı yapmış olursun. Peygamberimiz, haşa
her türlü iftiradan, ithamdan, suçtan münezzeh bir şahsiyet. Peygambere
yönelik Başbakana yönelik olarak söylenenlerden herhangi birisinin bir
faninin aklından geçmesine ihtimal var mı? Başbakan hakkında
fezlekelerin hesabını vermemiş bir siyasetçi, ithamlar altında bir
siyasetçi…(Alkışlar) Vicdanları, hakkı, adaleti çiğnemiş bir insan. Bu
dünyada daha hesabını vermemiş birisi. Milletin önünde hesabını
vermemiş, Yüce Divanda da hesabını vermemiş bir insan, sen bunu
benzetirsen bu olur mu? Hadi o benzetti diyelim, o benzeteni sen o
benzetmeden sonra alıp da taltif edersen, bir seçilmiş makama aday diye
gösterirsen ne olur? Bu bir vesile teşvik. Değerli arkadaşlarım, yanlış
olmuştur. Şimdi bakın bu yanlış öyle anlaşılıyor ki bu arkadaşların
zihniyetinde, anlayışında var. Daha yeni, kısa bir süre önce bir
belediye başkanı da çıktı “Herkes iki rekat Tayyip Erdoğan’a şükür
namazı kılsın.” Şimdi, değerli arkadaşlarım, namaz kime kılacağız?
Siyasetçiye kılacağız. Namaz, Allah’a namaz kılıyoruz. Yani şükür
namazı kılacakmışız. Şu haddini bilmezliğe bakın, şu ölçüsüzlüğe bakın,
şu istismara bakın. Değerli arkadaşlarım, şimdi bunlar anlayışla
karşılanacak konular mı? Duymazlıktan, görmezlikten gelin denilecek
konular mı? Elbette bu konular siyasette eğer işletilirse, kullanılır
ise, değerlendirilir ise, himaye görür ise bir tepkiyi de beraberinde
tahrik eder. Bu, dine saygı mı? Din istismarı da aslında dine en büyük
saygısızlık, Peygambere en büyük saygısızlık. Yani böyle bir namaz
kılma teklifinin Müslümanlıkla izah edilir bir tarafı var mı? Peygamber
demenin bir siyasetçiye, daha hesabını vermemiş bir insana peygamber
demenin inançla, dinle, imanla, İslamiyet ile bir ilgisi olabilir mi
değerli arkadaşlarım? Olmazsa buna karşı tepkiyi öncelikle onların
göstermesi gerekmez mi? Ne oldu? Bakın bu olay gündeme geldikten sonra
adamı istifa ettirdiler. Birini ettirdiler, o şükür namazı diyen
görevinde devam ediyor. (Alkışlar) Ne oldu? Niye ettin? Bak söylediğin
zaman etmedin, söylediğin zaman söyledikten sonra onu terfi ettirdin,
makama getirdin ama ortaya çıkınca birdenbire suçlanmayayım, aman diye
ona rica ettiniz, adam istifa etti. Öbürü? Öbürü görevine devam ediyor.
Tutarsızlık, samimiyetsizlik, ilkesizlik, manzara bu değerli
arkadaşlarım. İkinci boyutu bu.
O gün
yaşanan olayların üçüncü boyutu, saldırı boyutu, yani olay ne zaman
çıkmıştır önce onun bir defa altını çizelim. Sayın Osman Durmuş bu
konuyu kürsüde dile getirdiği zaman o sözler üzerine AKP Grubundan
birileri ayağa kalkıp tepki gösterip sen ne hakla bunu söylüyorsun,
böyle bir şey olabilir mi diye tepki gösterdikleri için mi çıkmıştır?
Hayır, hiç alakası yok. O sözleri sükunetle dinlemişlerdir, içlerine
sindirmişlerdir, hiçbir tepki gelmemiştir. (Alkışlar) O kabul
görmüştür, kavga ne zaman çıkmıştır? Kavga, bu sözleri AKP Grubu
hazmettikten sonra Başbakanın çıkıp alı al moru mor bir hırslı, tahrik
edici bir tepkiyi ortaya koyması üzerine AKP Grubu, galiba biz bir
görev ihmalinde bulunduk, Başbakan bu kadar…(Alkışlar) …kızdı, biz
kızmadık. Şimdi bir de bize kızarsa, acaba bunu nasıl telafi edelim
diye herhâlde…(Alkışlar) Birden ayağa kalktılar ve öyle saflar hâlinde
kendi sıralarından kalkarak diğer muhalefet grubunun sıralarına doğru
savlet ettiler. (Alkışlar) Yani kavga niye çıkıyor? Bir saldırı var,
saldırı sözlerden çok sonra Başbakan kürsüye çıktıktan sonra,
Başbakanın kızdığı, büyük tepki gösterdiği ortaya çıktıktan sonra
partisel olarak, kitlesel olarak kızan kızmayan, hazmeden etmeyen aman
ha deyip kalkmıştır, gün bu gündür deyip yürümüştür. Bu çok açık bir
saldırı, hiç şüphe yok. Yani bunun sorumlusu doğrudan AKP’dir ve
Başbakandır. Başbakanı kürsüden arkadaşları, ya, gel artık bundan sonra
da burada durma diye kürsüden uzaklaştırmışlardır. Şimdi, yaşanan
gerçek bu değerli arkadaşlarım. Bu milletin gördüğü, 70 milyonun gözü
önünde yaşanan olay ama olayı AKP’lilerin sunuşuna bakarsanız vay, vay…
Din istismarının onunla alakası yok, birileri durduk yerden Peygambere
hakaret etmiş… Hakaret eden senin adamın, öbürleri hakaret etmiş gibi
iddialar, suçlamalar, aile meselesini siz gündeme getirdiniz diye
suçlama. Sen getirdin gündeme, sen getirdin, Pazar akşamı getirdin,
Salı günü oldu Meclisteki bu olaylar. Sen söyledin, milletin ağzına o
lafı sen verdin. Sen ne konuşuyorsun, kendi özel hayatını niye gündeme
getiriyorsun, niye ekranlarda bunu şikâyet ediyorsun? İşime yarar,
milletin duygularını harekete geçiririm diye sen bunu kullanırsan
birilere de çıkar bu lafı söyler. Kullanman da yanlış, o lafın
söylenmesi de yanlış ama yanlışın başlangıcında sen varsın, sen.
(Alkışlar) Sonra da saldırı… Saldırıya uğramış gibi konuşuyorlar bir
de. Başbakan diyor ki “Gerilim siyasetinin içinde biz yoğuz, buna prim
vermeyeceğiz.” Yani Türkiye’de yaşanan gerilimin tek sebebi sensin ya,
senin varlığın, her konuda böyle. (Alkışlar) Gerilim siyasetinde
yokmuş.
Değerli
arkadaşlarım, milleti kör âlemi sersem mi zannedersin. Herkes her şeyi
görüyor, herkes her şeyin farkında. AKP kötü bir sınav vermiştir.
Ayrıca tabii, bizim Meclisi yöneten Meclis Başkan Vekilimize yönelik
sergilenen tavır ayrı bir faciadır. Yani neresinden bakarsanız bir
faciadır. Meclis Başkan Vekilinin odasına bir AKP’nin yöneticisi,
selamsız sabahsız, habersiz rap diye dalıyor yürüyor. Girdiği yer
Meclis Başkan Vekiline tahsis edilmiş, Meclis yönetimi için kılık
kıyafet değiştirmesi, dinlenmesi, çünkü saatlerce oturur, ayaklarını
uzatması gerekir, dinlenmesi gerekebilir, bu amaçlar için tahsis
edilmiş bir özel mekân. O mekânda eğer o kişi uygun görürse
milletvekiliyle de konuşabilir, yöneticilerle de konuşabilir, o uygun
görürse, o izin verirse olur, hele oranın sahibi hanım ise, bir kadın
ise her türlü tereddüdün ötesinde bırakınız siyaseti, anayasayı,
demokrasiyi, yasama – yürütme ilişkisini asgari nezaket, ahlak ve edep
ge |