CHP GENEL BAŞKANI DENİZ BAYKAL’IN; 30.03.2010 TARİHİNDE GRUP GENEL KURUL TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, sevgili vatandaşlarım; hepinizi
içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum, hepiniz hoş geldiniz.
(Alkışlar) Bugün yine tabii doğal olarak gündemimiz anayasa değişikliği
konusu, o konuyu incelemeye devam edeceğiz, o konuyla ilgili muhtemel
gelişmelere dikkati çekmeye çalışacağız. Bu konuya geçmeden önce dün
Hakkâri’de 3 şehit verdiğimizi öğrendik. Bu üzüntümü bir kez daha
sizlerle paylaşmak istiyorum. Maalesef bu işler artık yavaş yavaş
herkes tarafından anlaşılıyor ki yanlıştır; mayınla, terörle, şiddetle,
ölümle bir yere varmak mümkün değildir. Bu, bir siyasi mücadele yöntemi
olarak kabul edilemez, artık bunu Türkiye’nin aşması gerekiyor. Bu
yöntemlerle hiçbir olumlu gelişme ortaya çıkmaz. Tam tersine dirençler,
tepkiler, kutuplaşmalar kendisini gösterir. Bu gerçeklerin artık
anlaşılmış olması lazım ama hâlâ bu konunun ağırlığını sürdürmeye devam
ettiğini, Türkiye’nin bir temel sorunu olmaya devam ettiğini üzüntüyle
görüyorum. Şehitlerimizi rahmetle anıyorum, milletimize başsağlığı
diliyorum. Bir daha böyle olayların ortaya çıkmaması için milletçe el
ele birlikte bir dayanışma içinde bu konularda bir ortak tavır
takınmamız gerektiğini bir kez daha ifade etmek istiyorum. Allah rahmet
eylesin.
Değerli
arkadaşlarım, gündemimizin tabii güncel tartışma konusuna geçmeden önce
sürekli kendisini hissettiren ve toplumumuzu çok ciddi şekilde rahatsız
eden bir özel konusuna bir kez daha dikkati çekmek istiyorum. Değerli
arkadaşlarım, Mart ayının sonundayız, nisan ayına giriyoruz. Bir hasat
mevsimi başlamak üzere, çiftçimizin en sıkıntılı olduğu günlerdir. Elde
avuçta bir şey kalmamıştır, ne varsa harcanmıştır. Yeni masraf kapıları
açılmıştır. Gübre atmak lazım, gübreye zam yapılmıştır, para yoktur,
borçlar en yukarı düzeye çıkmıştır. Böyle bir bunalım ve sıkıntı
döneminin içindeyiz. Yıllardan beri çiftçilerimiz, girdi fiyatlarındaki
artış, mahsul fiyatlarındaki düşüklük ve izlenen yanlış politika,
giderek çekilen destekler, azaltılan destekler sonucunda borca
batmıştır, perişan olmuştur, beli bükülmüştür. Şimdi böyle bir ortamda
bu konular yönelik olarak iktidarın tam bir duyarsızlık içinde
olduğunu, bambaşka konularla meşgul olmayı tercih ettiğini üzüntüyle
görüyorum ama bu konulara dikkati çekmek bizim görevimizdir. Bakınız
Orta Anadolu’da, şu Konya, Karaman, Aksaray, Niğde bölgesinde,
çiftçilerimiz sulama yapmak zorunda. Sulama elektrikle yapılıyor.
Elektrik fiyatları olağanüstü yüksek, çiftçilerimiz elektrik borçlarını
ödeyemiyorlar. Elektrik fiyatları, çiftçinin kullandığı elektrik fiyatı
sanayide kullanılan elektrikten daha pahalıdır. Sanayiye daha teşvikli
elektrik fiyatı uygulanmaktadır ama tarıma daha yüksek bir elektrik
fiyatı uygulanmaktadır. Birlikler çalışamaz hâle gelmiştir, borçlar
ödenemez hâle gelmiştir ve elektrikler kesilmiştir, çiftçi sulama
yapamaz hâle gelmiştir. Orta Anadolu’daki çiftçi eli böğründe gözünü
Ankara’ya dikmiş, bir çare bekler hâldedir. Derhal çiftçinin elektriği
açılmalıdır. Borcu borçsa borcu yazılmalıdır ve o borçlarla ilgili
ciddi bir düzenlemeyi en yakın bir zamanda mutlaka yapılmalıdır.
Çiftçinin, tarımın durumu çok özeldir. Ona böyle bir anlayışla
yaklaşmak mutlak bir sorumluluk hâline gelmiştir. Buralarda buğday ve
şekerpancarı ekilebiliyor. Susuz olmuyor ve ekimler yanma tehlikesiyle
şimdi karşı karşıya. Her hanenin 100-200 milyar borcu var, borcundan
dolayı elektrikler kesilmiş. Bu borcun yüzde 60’ından fazlası da faiz
borcu, yani anapara borcu değil. Bu faizden dolayı borç ödenemez hâle
geliyor. Buna bir çare bulmak lazım. Bu bizim çiftçimiz, bu milletin
çiftçisi, yaptığı iş milletin hayrına, Türkiye’nin hayrına. Toprağı
ekiyor, ürün çıkarmaya çalışıyor, Türkiye ekonomisine katkı vermeye
çalışıyor, işsizliğe katkı vermek istemiyor. Toprağından bir lokma
helal ekmek kazanmaya çalışıyor. Buna yardımcı olmak lazımdır, destek
olmak lazımdır. Bir an önce bu elektriklerin açılması mutlak bir
zorunluluktur.
Değerli
arkadaşlarım, yine aynı şekilde bu yüksek temerrüt faizi faizler ve
onun üstüne binen yüksek temerrüt faizleri çiftçilerimizin borçlarının
ödenmesini imkânsız hâle getirmiştir. Bakın elimde bazı çiftçilerimizin
özel durumları var. Hiçbir şey eklemeden bunları sizin ve dolayısıyla
milletimizin ve iktidarın bilgisine sunmak istiyorum neler yaşanıyor.
Değerli arkadaşlarım, bir çiftçimiz, Sivas Şarkışla’da, Yeniyapan Köyü,
Muhlis Aslanalp: 1999 yılında 18 milyar zirai kredi kullandı ve 2009
yılında bu 18 milyar lira kullanılan kredi karşılığında 198 milyar borç
talep edildi. Şimdi bu borçların hafif bir kolaylıkla ödenmesine imkân
veren yasa, yarın itibarıyla yürürlükten kalkacak, 31 Mart itibarıyla
çiftçilerin bu borçlarını bir kolaylıkla, yetersiz dahi olsa,
ödemelerine imkân veren yasa yarın yürürlükten kalkıyor.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi bu insan, 18 milyarı ödeyememiş, 200 milyarı nasıl
ödeyecek? Bu 18 milyar ödeyememiş bu insandan 200 milyar talep etmenin
hangi haklı, makul, vicdani, iktisadi, mali, siyasi gerekçesi olabilir?
(Alkışlar) Değerli arkadaşlarım, çiftçi faizcilik yapmıyor, faizden
geçimini sağlamıyor, faizin altında eziliyor. Zaten tefeci faizinin
altında eziliyor, bir de devletin faizinin altında, temerrüt faizinin
altında bunu ezmenin insafa sığar bir tarafı var mıdır? Bir kötü niyet
yok, ödeyememiş. Don olmuş ödeyememiş, sel basmış ödeyememiş, ürün
çıkmamış ödeyememiş, elinden gelen gayreti göstermiş. Ödeyemediği borç
katlanmış, katlanmış temerrüde binmiş, çiftçi bir eli yağda bir eli
balda yaşıyor değil ki, barda pavyonda o parasını yiyor değil ki, lüks
bir yaşamın içinde değil ki, çoluğunu çocuğunu ayakta tutmaya
çalışıyor. Bunlara sahip olmak toplumun, devletin öncelikli görevidir.
Değerli
arkadaşlarım, bakın bir vatandaşım yazmış, diyor ki: “Bir çiftçiye
kefil olmuştum. Çiftçi borcunu ödeyemedi. Banka müdürü de 4 kefilin
içinden beni seçti. -Onu seçmese birisini seçecek ama seçmiş- Üç yıl
maaşımdan ödeme yaptım. Minibüsüm gitti. Bunları hoş karşıladım, KEY
ödemem de gitti ancak iki yıldır devletin vermiş olduğu doğrudan gelir
desteklememiz, yani mazot, gübre, yem bitkisi paramız da kesildi.
Müdüre, biz ne ekeceğiz, neyle kalkınacağız dedim. ‘Derdini Marko
Paşaya anlat’ dedi. Ben de size anlatıyorum.” (Alkışlar) Parayı alan da
bu değil, bu kefil olan yani.
Bir
başka vatandaşımız, Yozgat Akdağmadeni’nden: Anapara 5 milyar. 13
milyar ödenmiş, 5 milyar borca karşılık 13 milyar ödenmiş, 48 milyar
daha isteniyor. 5 milyar borç almış, 13 milyar ödemiş, yetmez demişler,
48 milyar daha ödeyeceksin ve yüzde 70 özürlü bir vatandaşım diyor.
Bunu söyleyen vatandaşım yüzde 70 özürlü bir vatandaşım diyor. Bunda
hak var mı değerli arkadaşlarım?
Anapara
4 milyar 800 milyon, şimdi ödenmesi istenen 36 milyar 129 milyon. 8
milyar 400 milyon anapara, ödenmesi gereken para 49 milyar, ödenmiş
olanlar ayrı. 5 milyar 300 milyon anapara, 30 milyar 420 milyon kalan
borç. Anapara 3 milyar, istenen para 56 milyar, Kırşehir Kaman’da.
Şimdi,
değerli arkadaşlarım, bir başka vatandaşımız da besici. Diyor ki:
“Ziraat Bankasından 20 büyükbaş inek kredisi aldım. Borçları ödeyemez
hâle geldik. İyi niyetle gayret etmiş ama kazandığı ödemesine imkân
vermemiş, borçlar birikmiş. Hayvanlarımızı satmaktansa
gayrimenkullerimizi, evimizi ve tarlalarımızı satarak yaklaşık 60 inek
bedeli ödeme yaptık. Şu anda icralık duruma düştük ve tüm aile
birbirimize düşman olduk.” Aile olarak girdiler. “Şu anda kalan borç 95
milyar gözükmektedir. Bize 31 Mart 2010 tarihine kadar müsaade
verilmiştir.” Yani yarına kadar, çünkü yarın kanun bitiyor. Yarına
kadar bu parayı ödersen öde. Değerli arkadaşlarım, “20 baş inek kredisi
borcu karşılığı en az 60 inek parası tutarında ödeme yapılmasına rağmen
hâlâ ben icra takibi altında tutulmaktayım.”
Değerli
arkadaşlarım, bu, işte Türkiye’nin gerçek gündemidir, Türkiye’nin ana
meselesi işte budur. Türkiye’nin her yerinde, özellikle tarımdan
geçimini sağlayan insanlarımız, çiftçilerimiz, besicilerimiz bir büyük
bunalım içindedir, sıkıntı içindedir. Çiftçilerimizin bu sıkıntı içinde
olduğu bir ortamda esnafın boynu büküktür, esnafın kazancı yerinde
değildir, onun ağzının tadı yoktur, onun neşesi yoktur. Bunlar
Türkiye’nin özüdür, temelidir, büyük çoğunluğudur, milyonlarca insan bu
durumdadır. Şimdi Türkiye bu konuları bir yana bırakmış, günlerdir,
haftalardır ve önümüzdeki aylar boyunca anayasa değişikliğini
konuşacak.
Değerli
arkadaşlarım, anayasa değişikliği elbette önemli bir konudur ama
anayasa değişikliği bu iktidarın ele alıp konuştuğu biçimde ele
alınırsa çok büyük yanlış yapılmış olur. Sorunu çözmek değil, sorunu
daha da derinleştirmek, daha da ağırlaştırmak anlamına gelen
yanlışlıklar yapılır, yapılmaktadır. Bakınız bu işin özü, anayasa
değişikliğinin özü üç maddededir, gerisi işin sosudur, garnitürüdür,
gözden saklamak için oraya getirilmiş olan göstermelik maddelerdir. O
maddelerle ilgili bir telaş yoktur, o maddelerle ilgili bir heyecan
yoktur, o maddelerle ilgili bir arayış yoktur, hükümetin aman bu
maddeleri çıkaralım, şimdi çıkaralım, bir an önce çıkaralım diye telaşı
yoktur. O maddeler etrafında Türkiye’de ne zaman istenirse o zaman
milletçe bütün siyasi partiler el ele verip işbirliği içinde, ortak bir
dayanışma içinde düzenlemeyi yapabilirler. Bu konuda bir sorun yok. Şu
ana kadar onun gündeme getirilmemiş olması yanlış. Onları gündeme
getirdiğin zaman her an olur diyor, şimdi getirdiğinde şimdi de olur
ama mesele o maddeler değil, mesele üç temel madde; Anayasa
Mahkemesinin yapısı, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı ve
anayasayı ihlal eden siyasi partilerin, milli birliği, bütünlüğü ihlal
eden siyasi partilerin, teröre başvuracak siyasi partilerin, anayasanın
özünü tahrip edecek siyasi partilerin bu tahribatlarına, bu anayasa
ihlallerine devam etmelerine imkân verecek bir düzenlemenin anayasamıza
yerleştirilmesi, hesaplar budur, üç hesap var. Değerli arkadaşlarım,
şimdi bunların ayrıntılarına gireriz de oraya girmeden önce ben, bu
anayasa değişikliği konusunun adalet boyutuna daha geniş bir çerçevede
dikkati çekmek istiyorum. Hukuku, adaleti, yargıyı yeni bir zihniyetle,
yeni bir anlayışla ele almak istiyorlar. Anayasada yapılmak istenen
değişiklikler sıradan, alışılmış değişikliklerden çok farklıdır. Bu
değişiklikler, Türkiye’nin ta devletin kuruluşundan bu yana geliştirip
ortaya koyduğu temel, bağımsız yargı, hukukun üstünlüğü anlayışını
tahrip etmeye yönelik, hukuku siyasetin emrine almaya yönelik yeni bir
zihniyetin ortaya konulması anlamına gelmektedir. Yapılmakta olan
anayasa değişikliğinin özü budur. Halbuki bizim cumhuriyetimiz ta
başından beri devletimiz, her an, başlangıçta belki o konularda gereken
duyarlılık yeterince gösterilmeden ama daime hedef olarak, amaç olarak
yargıyı saygın, bağımsız, kendi kurallarıyla işleyen, hiç kimsenin emir
ve kumandası altına girmeyen, siyasete teslim olmamış, kendi iç
dinamiğiyle çalışan bir noktaya getirmek. Yargıyı saygın, bağımsız bir
kurum hâline getirmek temel amaç olmuştur, temel çaba olmuştur,
gayretler bu istikamette olmuştur, her yenileşme, değişim,
demokratikleşme, projesi içinde bunlar takip edilmiştir, hâkimlere
teminatlar getirilmiştir, mahkemelere bağımsızlık getirecek
düzenlemeler yapılmıştır, anayasaya bunlar taşınmıştır, bu böyle bir
tarihi süreçtir. Şimdi bu tarihi süreci biz tersine çevirmek istiyoruz.
Yargının bağımsız olması yerine, yargının siyasi otoriteden talimat
almasının, siyasi otoritenin emrine girmesinin, siyasi otoriteye teslim
olmasının daha uygun olacağı gibi zihniyetle, bunun daha demokratik
olacağı gibi bir zihniyetle, milli iradenin gereğinin bu olduğu
zannıyla, bunun demokratiklik tanımı içinde yer aldığı vehmiyle
birileri olayı buraya çekmeye çalışmaktadır. Bu yanlıştır. Çağdaş
dünyanın, çağdaş demokrasilerin gerçeği bu değildir. Çağdaş
demokrasilerde yargı fevkalade saygındır, dünyanın her yerinde de
öyledir, Amerika’da da öyledir, İngiltere’de de öyledir, her yerde
yargı siyasetin dışında kalarak işini yerine getirebilir. Yoksa
siyasetin emrine girmiş yargı adalet veremez. Ne yazık ki siyasetin,
sık sık adalete tasallut ettiğine, adalete kendi amaçları doğrultusunda
yön vermeye çalıştığına tanık olmuşuzdur, tarihimiz bu örneklerle
doludur. Bakın, milli mücadele döneminde bu nitelikteki örneklere
dikkati çekmiştim, Nemrut Mustafa divanından söz etmiştim. Siyasi
talimata tabii yargılama düzeni. Kimin siyasi talimatına tabii? İşgal
kuvvetlerinin siyasi talimatına tabii, o doğrultuda icraat yapan, dış
güç olur, iç güç olur, bir otorite yargıya hükmetmeye başlar. Kimlerin
tutuklanacağına o karar verir. Kimlerin yargılanacağına o karar verir.
Kimlere ne ceza verileceğine o karar verir. O sürgüne gönderir ve bunu
da mahkeme kılıfı içinde yapar, adalet kılıfı içinde yapar. Ben
yapmadım, başkası yaptı diyebilmek ister, gözüne de buna alet
olabilecek bir başkasını arar, o başkasına da sen yargıçsın, hâkimsin,
adaletsin, senin söylediğin doğrudur ama senin iplerin benim elimde
olacak der. Değerli arkadaşlarım, biz, mütareke adaletini yaşadık
Türkiye’de, mütareke döneminin adaleti. O bir dönemdi, bir parantezdi.
Ama daha eskiye gidersek, buna benzer olayları geçmişte de, kendi
tarihimizde de, bölgemizin, coğrafyamızın tarihinde de görürüz. Bakınız
İslam tarihinde, yargıya yönelik ilk müdahale Emeviler zamanında
yapılmıştır. Emeviler de adaleti, yargıyı kendi siyasi amaçları için
kullanmak istemişlerdir, yönlendirmek istemişlerdir. Özel mahkemeler
kurulmuştur Emeviler zamanında ve bu mahkemelerde muhalifler
sindirilmiştir. Ehlibeyte yönelik suçlamaların öncesinde ve sonrasında
hep bu olaylar vardır. (Alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, Emevilerin kendi siyasi amaçları için üstelik İslamın en
kutsal değerlerine, en kutsal sembollerine din adına tecavüz ederken
adaleti kullandıklarına tanık olduk. Adalet yoluyla, mahkeme yoluyla
İslam adına, İslamiyetin en kutsal değerlerini, özünü, Hz. Peygamberin
ailesini hedef alan uygulamaları siyasetin emrine girmiş adalet
mekanizmasıyla yapmışlardır, Emevi adaleti budur. Bu uygulamaya İslam
tarihi tanık olmuştur ama İslam tarihinde de bu uygulamaya direnen
büyük isimler çıkmıştır. Bunların başında da İmam Azam Ebu Hanife
gelir. İmamı Azam, bu Emevi zulmüne alet olmayı reddetmiştir. Kendisine
teklif edilen kadılık görevini elinin tersiyle itmiştir. “Senin kadın
olmaktansa buna alet olmadan yaşamayı tercih ederim” demiştir ve bu
davranışı dolayısıyla büyük işkence görmüştür, büyük zulme maruz
kalmıştır ve hapishanede ölmüştür.
Değerli
arkadaşlarım, İslamda dini siyasete alet etmenin mimarı Muaviye’dir, bu
işi Muaviye başlatmıştır. Emevilerin Ehlibeyte karşı tutumu sertleşince
Ebu Hanife, onları açıkça tenkit etmiştir, onlara karşı çıkmıştır.
Emevilerin son halifesi ikinci Mervan, Ebu Hanife’ye Küfe kadılığı ya
da isterse hazine eyminliği teklif etmiştir. Her türlü baskıya rağmen
kabul etmeyince hapsedilmiş ve dövülmüştür. Sağlığı bozulup hayatı
tehlikeye girince hapishaneden tahliye edilmiştir. Yirmi yıl sonra yine
siyasetin taleplerine boyun eğmediği, kendisine teklif edilen Bağdat
Kadılığını bu defa reddettiği için hapishanede ölmüştür. Değerli
arkadaşlarımız, bunlar tarihimizde yaşanmış acı olaylardır. Siyaset ve
devlet-iktidar ilişkisi güçlü, kudretli insanların adaletle ilişkisi en
problemli alanların başındadır. Şimdi işte bizim önümüze getirilen
anayasa değişikliği, bu ilişkiyi yeni bir zihniyetle düzenleme gayreti
içindedir. Adaletin zirvesinde bulunan temel kurumları siyasetin
parlamentodaki AKP çoğunluğunun denetimi altına alma çabası çok açık,
çok net bir biçimde önümüzde duruyor. Bunu görmezlikten gelmek mümkün
değildir. Bazıları olayı bu kadar açık söylememeyi nezaketlerinin,
zerafetlerinin gereği olarak düşünüyorlar, aman yargı kuşatılacak
demeyelim, saygısızlık olur diyorlar. Kuşatma ne, yargı ele
geçiriliyor, ele. (Alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, şimdi anayasada, işte en son şekli bugün netlik kazandı
galiba, ona bakacağım ama esas itibarıyla ilan edilenden çok fazla
değişiklik yok, bir iki küçük değişiklik var. Ama Anayasa Mahkemesine
ilk öneride, bildiğiniz gibi 19 üye seçilmesi öngörülüyor. Bu üyelerden
3’ünü Türkiye Büyük Millet Meclisi seçecek, 16’sını da Cumhurbaşkanı
atayacak idi. 16 üyeyi cumhurbaşkanı atıyor, 3 üyeyi de Meclis seçiyor.
Meclis seçiyor diyorsam, siz lafın gelişi ona göre dinleyin. Meclis
içindeki çoğunluk seçiyor. Meclis içindeki çoğunluk neyi isterse, kimi
isterse o 3 üyesin 3’ünü de kendi başına belirliyor Meclis içindeki
çoğunluk ya da o çoğunluğa yön veren merkez, Anayasa Mahkemesine
Meclisin çerçevesini, kılıfını kullanarak üye göndermiş oluyor. AKP’nin
Meclisten Anayasa Mahkemesine göndereceği 3 üye, 16 üye de
cumhurbaşkanı. Bu rakamlarda değişiklik olabilir, bakacağız. Şimdi, bu
rakamlardaki değişiklik meselesi bir yana, ilgi çekici olan şu: Şimdi
diyelim, Cumhurbaşkanı Yargıtay’dan 3 kişiyi gönderecek. Peki, Yargıtay
o 3 kişiyi nasıl seçecek? Mecliste Meclis 3 kişiyi nasıl seçiyorsa öyle
mi seçecek? Hayır. Meclisin seçme tarzı farklı, Yargıtay’ın seçme tarzı
farklı. Niye acaba? Meclis bir yere üye gönderecek, Yargıtay bir yere
üye gönderecek. Meclis seçerken kullandığın seçimi, seçim yöntemini
acaba niçin, hangi demokrasi duyarlığın, hangi milli irade saydığın,
hangi insan hakları değerin dolayısıyla farklı yapmayı tercih
ediyorsun? Yargıtay’ın seçeceği üyeler çoğunluğun seçtiği üyeler olmak
durumunda değil, azınlığın adaylarını da cumhurbaşkanı seçebilir, orada
onun tertibatı yapılmış. Değerli arkadaşlarım, bunların hepsi ince ince
ayarlamalar değil mi? Bunların altında iyi niyet var, demokrasi
anlayışı var diye inanmak temiz bir zihniyetin, idealist bir anlayışın,
vatanseverliğin gereğidir deyip öyle mi bakacağız? İşin gerçeğini
görmeyecek miyiz? Bunun altında hangi hinoğlu hinliğin yattığını
bilmeyecek miyiz? (Alkışlar)
Şimdi
Anayasa Mahkemesini konuşuyoruz, Anayasa Mahkemesinde yaşanan son bir
olaya dikkatinize çekmek istiyorum. Bu yeni düzenlemeden sonra Anayasa
Mahkemesindeki yedek üyeler asil üye hâline gelecek. Bu konudaki son
bir gelişmeye dikkatinizi çekiyorum. Anayasa Mahkemesinde raportör
olarak çalışmakta olan 1 kişi, 2010’nun 26 Şubatında Denizcilik
Bakanlığında Müsteşar Yardımcılığına atanmıştır, 26 Şubat. Anayasa
Mahkemesi raportörü, Denizcilik Müsteşar yardımcılığına atanmıştır.
Denizcilikle bir ilgisi olduğu, denizcilik meselelerine vukufu yüksek
bulunduğu, o meselelerde ihtisası olduğu, eğitimi olduğu falan için
değil, bakmışlar öyle bir boş kadro bulmuşlar, müsteşar yardımcılığı
lazım. Niye lazım? Birazdan göreceksiniz. Bir müsteşar yardımcılığı
bulmak lazım, Denizcilikteymiş müsteşar yardımcılığı, hadi demişler sen
Anayasa Mahkemesinden Denizcilik Müsteşarlığına. Orada, bu kişi, 31 gün
görev yaptı değerli arkadaşlarım, 31 gün müsteşar yardımcılığı yaptı.
Şimdi dün bu kişinin tayini Anayasa Mahkemesi yedek üyeliğine yapıldı.
Raportörlükten yedek üyeliğe geçmesi mümkün değildi, cumhurbaşkanının,
yani bu demin ilk teklife göre 19 üyeyi seçecek olan Sayın
Cumhurbaşkanımızın, tarafsız Sayın Cumhurbaşkanımızın, 19 üyeyi seçecek
olan Anayasa Mahkemesine tarafsız Sayın Cumhurbaşkanımızın dünkü
faaliyeti, Denizcilik Müsteşar Yardımcısı bu kişiyi 31 günlük bir
deneyim kazandıktan sonra, müsteşarlık düzeyine taşıdıktan sonra
Anayasa Mahkemesi yedek üyeliğine atamış olduğuna, iyi niyetli,
demokrat, canım, cumhurbaşkanı seçecek ne olur seçiversin diyen
insanların dikkatine sunuyorum. (Alkışlar) Şimdi bu anayasa değişikliği
eğer gerçekleşir ise, bu kişi otomatik olarak Anayasa Mahkemesi
üyesidir daha şimdiden ya da önümüzdeki günlerde Anayasa Mahkemesinin
faaliyetlerine asil üyeler boşaldıkları ve yerlerine asilleri
atanmadığı için ya da başka bir nedenle katılamazlar ise Anayasa
Mahkemesinin o toplantıya katılacak yedek üyeleri arasında bu şahsiyet
de şimdiden itibaren yerini almıştır. Anayasa Mahkemesinin önüne
gelecek bütün konularda bir yedek üye olarak devreye girmeye hazır
vaziyette orada yerini almıştır. Şimdi bütün bunlar karşımızdaki
sorunun bir demokrasi sorunu, insan hakları sorunu, Avrupa
standartlarını Türk yargısına taşıma sorunu olduğunu düşünen insanların
incelemesine, irdelemesine saygıyla sunulur. Bu zihniyet, bu anlayış,
bu çaba çok açık bir biçimde daha şimdiden herkes tarafından
görülebilir hâle gelmiş olmalıdır.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi Anayasa Mahkemesine Yargıtay 3 üye seçiyor, YÖK de
3 üye seçiyor. Yani yargı organları, hukukçular inceledik baktık o ilk
şeye, bu yapı içinde oluşacak olan Anayasa Mahkemesinin 21 üyesinin
sadece 4’ünün hukukçu olabildiği, geriye kalan 17’sinin hukukçu olmak
zorunda olmadığı bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Bizden
olsun da, Anayasa Mahkemesine girsin de hukukçu olmuş olmamış önemli
değildir. Şimdi “Batılılaştırıyoruz” diyorlar ya, Avrupa standartları,
ben burada soruyorum: Almanya’da anayasa mahkemesi var mı, yok mu? Var.
Alman Anayasa Mahkemesinde hukukçu olmayan 1 üye var mı? Yok. Alman
Anayasa Mahkemesi, anayasanın bazı maddelerine aykırı anayasa
değişikliklerini, bu kabul edilemez, anayasaya, anayasanın özüne,
değiştirilmez maddelerine aykırıdır diye geri çevirebiliyor mu,
çeviremiyor mu? Geri çeviriyor. Alman Anayasa Mahkemesinin tümü
hukukçudur. Alman Anayasa Mahkemesi anayasanın özünü değiştirecek
anayasa değişikliklerini de geriye çevirme hakkına sahiptir ve
Almanya’da da bir anayasa mahkemesi bu kimliğiyle hiçbir tartışma
yapılmadan, demokratikleşme tartışması yaşanmadan aynen devam
etmektedir.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi böyle bir anayasa mahkemesi var. Şimdi bu anayasa
mahkemesi eğer biz dersek ki, kardeşim, bu 19 üyenin 19’u da AKP
zihniyetinde insanlardan oluşabilir, yanlış bir şey mi söylemiş oluruz?
Bunun hiç mi güvencesi yok dersek yanlış bir şey mi söylemiş oluruz?
(Alkışlar) Yani Meclisten gelecek 3 kişiyi AKP çoğunluğu seçecek. AKP
çoğunluğunun, canım, ayıp olur, yani hep AKP anlayışında arkadaşlar
olmasın, bak, hukuku çok iyi bilen, saygıdeğer falan kişiler var. Aynı
düşüncede değiliz ama o da Anayasa Mahkemesinde bulunsun diyerek, onu
da seçeceğini mi zannediyorsunuz? Sayın Cumhurbaşkanının şu ana kadarki
bütün seçme kararlarına bakarak, yani Sayın Cumhurbaşkanı hakkında
bunları söylerken üzülüyorum, çünkü bir cumhurbaşkanı hakkında konuşmak
hoşuma gitmiyor, üstelik tanıdığım, insani ilişkilerim olan, bir araya
geldiğimiz zaman gayet iyi muhabbet ettiğim bir insan hakkında bunu
söylemek beni tedirgin ediyor, rahatsız ediyor ama bir gerçek. Bunu
söylemeyecek miyim değerli arkadaşlarım? Benim görevim bunu söylemek
değil mi? Ana muhalefet işinin işi bu değil mi? Bunu anlatmamız
gerekmiyor mu? (Alkışlar) Sayın Cumhurbaşkanı, bugüne kadar YÖK’e
atamalar yaptı. Bakın Allah aşkına, YÖK Başkanını atadı, rektör
atamaları yaptı, üstelik de rektör atamaları üniversite öğretim
üyelerinin oylarıyla belirlendi. Öyle olduğu hâlde en çok oyu alan,
CHP’li falan değil, işini iyi yapacak ama AKP’li olmayan, onunla meşgul
olmayan, belki de oyunu AKP’ye veren ama AKP’lilik taslamayan, AKP
milletvekillerine hizmet etmeyen, onlarla düşüp kalkmayan, üniversiteyi
düşünen rektörleri dahi geri çevirdiğini bilmiyoruz muyuz? (Alkışlar)
Bu şimdi, 19 üyeyi seçecek; nasıl seçecek? Yargıtay’dan olması,
Danıştay’dan olması, YÖK’ten olması, onun zaten oraları belli biçimde
şekillendirmeye çalışıyorsunuz, AKP yandaşı olmasına engel mi? Bunu
öyle oluşturmayacak mısınız?
Değerli
arkadaşlarım, bu AKP’nin, Anayasa Mahkemesini kendisine yandaş mahkeme
hâline getirme girişimidir, çok açık, çok net, yalın gerçek budur. Bu,
hayırlıdır, bu iyidir, doğrusu budur canım. Dünyada bu işler böyle
oluyor, bırakın AKP, TRT’yi nasıl eline geçirdi, YÖK’ü nasıl eline
geçirdi, nasıl özerk kuruluşları eline geçirdi, bırakıverin, aynı
şekilde yargıyı eline geçiriversin, direnmeyin, teslim olun diye mi
düşüneceğiz? Böyle bir düşüncenin daha demokratik, daha özgürlükçü,
daha çağdaş, daha batılı, daha Avrupalı, uluslararası standartlara
uygun olduğunu mu düşüneceğiz Allah aşkına? Aklımızı peynir ekmekle mi
yedik biz. Aklın, mantığın, sağduyunun gereği bu gerçeği teslim etmek
değil mi? Bu yapılan operasyonun amacının bu olduğu görmezlikten
gelinebilir mi? Birileri bunu söylemek işine gelmediği için
görmezlikten geliyor. Birilerinin gözlerini TRT’nin sağladığı geniş
mali olanaklar perdeliyor, onlar göremiyor; yandaş medya zaten işi
görmemek, yandaş yazarlar zaten onların derdi gerçekleri saklamak, ne
olacak yani, sağduyu, akıl, mantık, vicdan susacak mı, teslim olacak
mı? Manzara bu değerli arkadaşlarım.
Aynı
şeyi Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunda görüyoruz, orada da yine aynı
manzara. Yine Yargıtay oraya 3 üye seçiyor, 21 üyenin 3’ünü seçiyor
eski modele göre, nasıl seçiyor? Yargıtay çoğunluğu mu seçiyor? Hayır.
Yargıtay azınlık seçiyor. Kim atıyor? Cumhurbaşkanı atıyor. Şimdi bu
güvence mi? Ondan sonra, hâkimler, seçim yapacağız diye Anadolu’da,
Hâkimler Savcılar Yüksek Kuruluna seçilebilmek için kampanya yapmaya
başlayacaklar, pazarlık yapmaya başlayacaklar, ben gelirsem seni şuraya
atarım, sen gelirsen bu olur. Seçimin doğası bu, seçimde bir anlayış,
bir yarar dayanışması, paylaşması var. Niye sana oy vereyim dediği
zaman, merak etme, sen oy ver, gereğini yaparız diyecek, gereği neyse.
Değerli arkadaşlarım, adalete bunları sokmanın bir yararı var mı? Yani
adalet böyle pazarlıklara bağlı olarak şekillenirse bunun doğru
olacağını, iyi olacağını düşünmek mümkün mü? Buraya doğru işi
getiriyoruz.
Siyasi
partilerin kapatılması konusu: Mecliste kaç grup varsa her gruptan 5’er
kişi bir araya gelecek. 2002 Meclisinde 10 kişi bir araya gelecek, iki
grup var, başlarına da Meclis Başkanı geçecek, 11 kişi, üçte 2
çoğunlukla, bir siyasi parti terör yaptı, bölücülük yaptı, ülkeyi
birbirine katıyor, ya da anayasanın temel ilkelerini ihlal ediyor,
ulusal bütünlüğü, devlet birliği tehdit altına giriyor, buna karşı
yargı harekete geçmek istiyor, yargı, hayır, sen harekete geçemezsin
diyecekler. Ne olacak? Meclis sana izin verecek. Nasıl, kim izin
verecek? 11 kişi, iki grup varsa, toplanacak, üçte 2’yle, yani 8
kişiyle, her siyasi partinin 5’er temsilcisi var burada. Onlar karar
verecek bir siyasi parti kapansın mı, kapanmasın mı? Yani bu, hukukun
denetim yapma şansını, siyaseti siyasetin anayasayı ihlal etme
uygulamasını sınırlama yetkisini tamamen ortadan kaldıran, işlemez hâle
getiren, ya da pazarlıklara, siyasi pazarlıklara teslim eden bir
manzara. Üç grup varsa, 16 kişi bu şeyi alacak. 16 kişinin içinde üçte
2, her siyasi partiden 11 kişi, 11 kişi bir araya gelerek kapatacak. 5
kişi hayır dediği zaman 1 tek kişiye bağlı olacak. Değerli arkadaşlarım
böyle bir şey olabilir mi? Kaldırın o zaman, siyasi partiyi kapatmaya
gerek yok deyin. Dünyanın en demokratik ülkesi olalım. Bizim böyle bir
derdimiz yok, parti dediğin kapatılmaz. Parti dediğin suç da
işleyebilir, anayasaya da ihanet edebilir, ulusal bütünlüğe de ters
düşebilir, teröre de başvurabilir, şiddete başvurabilir, şiddete
başvurabilir, biz de o zaman dahi siyasi partiye saygılıyız deyin.
Bunun akılla, mantıkla, hukukla ilgisi var mı değerli arkadaşlarım?
Türkiye’yi getirdikleri yer bu. Üstelik öyle bir şey yapmışlar ki
anayasada getirilen değişiklik maddelerinden birisi bildiğiniz gibi,
geçici 15’inci maddenin kaldırılması. Geçici 15’inci madde neydi 12
Eylül Anayasasında? Efendim, 12 Eylül darbesini yapanların bu darbe
yaparak ve darbeden sonraki uygulamalarıyla, kararlarıyla,
icraatlarıyla, aldıkları kararlarla, yasama yetkisini kullanışlarıyla,
hükümet yetkisini kullanışlarıyla işlemiş olduğu suçların takip
edilemezliğini, onların suç olarak kabul edilmemesini öngören bir
düzenleme, geçici 15 inci madde bu. Biz yaptık oldu, burada hukuksuzluk
aranamaz. Şu ana kadar yaptıklarımızda hukuksuzluk aranamaz dediler, o
maddeyi koydular. İktidardan ayrıldılar, iktidardayken gel sen şunun
hesabını ver denilemez hâle geldi. Şimdi bu, artık hesabın sorulmasını
da olağanüstü güçleştiği bir ortamda göstermelik olarak kaldırılıversin
deniliyor, kaldırılıyor, kaldırılması da uygundur. Böyle bir maddenin
bulunması bir anayasa bakımından da çok üzücü bir tablodur ama şimdi
sen, geçmişte yapmış olduklarından dolayı hesap sorulamasın diyorsun,
ama bu getirdiğin anayasa değişikliğinde bir madde koymuşsun ki, o
maddeyle hükümeti oluşturan siyasi partinin, iktidardaki siyasi
partinin icraatlarından dolayı, o siyasi partinin hukuku ihlalinden
dolayı, anayasayı ihlalinden dolayı ona, sadece geçmişteki
uygulamalarıyla ilgili olarak değil, şu andaki uygulamalarıyla ilgili
olarak da hesap sorulamayacağını aynen oraya yerleştiriyorsun, yani
kendin için de bir 12 Eylül Anayasasının geçici 15’inci maddesi gibi
geçici olmayan bir 15 inci maddeyi, gelecekte de işleyecek bir 15 inci
maddeyi iktidar siyasi partisi için oraya koyuyorsun. Muhalefet?
Muhalefetten hesap sorulabilir. İktidardan? İktidardan öyle her hesap
sorulmaz. Ne zaman sorulmaz? Geçmişe yönelik mi? Hayır, geçmişe yönelik
de sorulmaz, şimdi de sorulmaz, gelecekte de sorulmaz. (Alkışlar)
Şimdi, bu demokratik anayasanın, bu özgürlükçü anayasanın, kamuoyumuzun
pek dikkat etmediği bir yönü de işte budur.
Değerli
arkadaşlarım, böyle bir anayasa hazırladılar. Bu anayasa, bir süreden
beri kamuoyumuzda konuşuluyor ama geldiğimiz noktada ilgi çekici bir
manzarayla karşı karşıyayız. Bütün iktidar yandaşlarının, medyanın,
kuruluşların, hükümetin, başbakanın, bakanların çabasına, gayretine
rağmen şu ana kadar bu anayasa değişikliği projesi arkasında toplumun
hiçbir önemli ağırlıklı kuruluşu yer tutmamıştır. Her kapının ipini
çekmişlerdir, her kapıyı çalmışlardır, üstelik iktidar olanaklarıyla,
iktidar atmosferiyle ve tehdidiyle temaslar kurmuşlardır ama şu ana
kadar gittiklerinin, AKP’li iş adamlarının kuruluşu hariç,
hiçbirisinden, evet, bu yaptığınız doğrudur, bu yaptığınız iyidir, biz
bunun ülkeye yararlı olacağını düşünüyoruz şeklinde bir cevap
alamamışlardır. Herkes çekingen değerlendirmelerle kendisini bu işin
dışında tutmaya çalışmıştır. Genellikle de söylenen mutabakatla bu iş
yapılsa iyi olur sözüdür. Bu, biz, bunun mutabakatla yapılmadığını
biliyoruz, mutabakatla yapılsın diyoruz, yani bu mutabakatla olmadı, bu
uygun olmadı demenin en nazik, en kibar formülü olarak insanlar bunu
söylemişlerdir. Çiftçiler bunu söylemiştir, esnaf bunu söylemiştir,
işadamları bunu söylemiştir, toplumun bütün kesimleri bunu söylemiştir.
Söylemeleri de çok haklıdır. Bu anayasa değişikliğinin içinde köylü
yoktur, değerli arkadaşlarım, demin köylüyü konuştuk. Bu anayasa
değişikliğinin içinde köylü, köylünün gerçek gündemi, gerçek sorunu
hiçbir şekilde yoktur, köylü yok, çiftçi yok bu anayasa değişikliğinde.
Bu anayasa değişikliğinde esnaf yoktur, hiçbir şekilde yoktur. Bunca
sıkıntısı, bunca derdi olan, bunca talebi olan, gerçek gündemin altında
ezilen esnafa yönelik bu anayasa değişikliğinde hiç ama hiçbir unsur
yoktur, bu anayasa değişikliğinin içinde esnaf da yoktur. Bu anayasa
değişikliğinin içinde emekli yoktur. Bu anayasa değişikliğinin içinde
işçi yoktur, u anayasa değişikliğinin içinde memur yoktur, işsiz genç
bu anayasa değişikliğinin içinde yoktur, toplumun hiçbir kesimi bu
anayasa değişikliğinin içinde yoktur. Kim vardır? AKP yönetimi vardır.
(Alkışlar) AKP yönetimi, bu anayasa değişikliğini millet için
yapmamıştır, çiftçi için yapmamıştır, köylü için yapmamıştır, esnaf
için yapmamıştır, emekli için yapmamıştır, genç için yapmamıştır, AKP
bu anayasa değişikliğini kendisi için yapmıştır. (Alkışlar) Onun içinde
bu anayasa değişikliği cumhuriyet anayasasını oluşturacak bir
değişiklik olmaktan uzaktır. Bu anayasa değişikliği bir AKP anayasası
oluşturmaya yönelik bir değişikliktir.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi bir defa AKP yalnız kaldı, söylemek istediğim o.
Büyük gayret gösterdi, kendi yaptı, kendi başına kaldı. Sağına bakıyor
kimse yok, soluna bakıyor kimse yok, yapmış bir değişiklik, kimseye
sormadan yaptı. Senin kendi tercihin, kendi ihtiyacın, kendi sıkıntın,
kendi sorununu çözme gayretin bu anayasa değişikliğine yön verdi, sen
de bunu yaptın çıktın ortaya, şimdi tabii sen yalnız kaldın. Birinci
temel gerçek budur değerli arkadaşlarım, boşlukta kalmıştır. Bakın
AKP’nin bu son açılımlıdır Anayasa değişikliği. Daha önceki
açılımlarını biliyorsunuz. Kürt açılımı yaptı, Ermeni açılımı yaptı
hepsini gördük. Kürt açılımı nerede biliyoruz, ne hâle geldi. Onun da
etrafında, hatırlayın, Türkiye’de kıyamet koparıldı, ton ton mürekkep
akıtıldı, bütün televizyonlar sabahlara kadar bunları konuşturuldu, yer
yerinden oynandı, Hollwood’dan yardım istendi, Yeşilçam’dan yardım
istendi. (Alkışlar) Oluk oluk para akıtıldı, ne oldu, ne oldu Allah
aşkına? Elde ne var, avuçta ne var, açılım diye ne var? O ilk
gelişlerine baksaydınız, vay be, silindir gibi ezecekler, bir açılım
politikası dayatacak, ne oldu? Ağızlarına almaya cesaret edemiyorlar,
unutturmaya çalışıyorlar. Yanlış oldu diyorlar. Aman bize bulaşmasın
havasına girmeye başladılar. İşi getirdiler, şimdi parayla davet
ettikleri romanlarla eğlence, şenlik, müzik ve panayır havasına
dayattılar. (Alkışlar) Açılım böyle.
Ermeni
açılımı ne oldu? Ermeni açılımında neredeyiz? Yani Başbakan Amerika’da
Kongredeki Temsilciler Meclisindeki komite karar alınca esti, gürledi,
dedi ki “Büyükelçimizi çekin.” Büyükelçi geldi. “Ben de 13 Nisandaki
toplantıya gitmeyeceğim ve artık Afganistan’daki askerlik meselesini de
yeniden düşüneceğiz, İncirlik Üssü’nü de yeniden düşüneceğiz, Irak
politikamızı da düşüneceğiz” böyle bir havalara girdi. Şimdi, değerli
arkadaşlarım, bakın dikkat edin, “gitmeyeceğim, yerine kimi
göndereceğimi henüz kararlaştırmadım” dediği Amerika ziyaretine,
önümüzdeki günlerde Sayın Başbakanın yanına büyükelçiyi de alıp gitmesi
durumu ortaya çıkarsa sakın şaşırmayın, Deniz Baykal demişti dersiniz.
(Alkışlar) Peki, Ermeni açılımı yaptık, Azerbaycan’daki Yukarı Karabağ
işgali, Ermenilerin işgali sona erdi mi? Ermeniler soykırım iddiasından
vazgeçtiler mi? Ermenistan Türkiye’nin doğusunu Batı Ermenistan
saymaktan vazgeçti mi? Sınırı tanıdığını ilan etti mi? Hiçbirisi yok.
Ne var? Ermeni açılımı var. Ne oldu Ermeni açılımı? Bu kadar gayret
gösterdiniz, Amerika’daki kongredeki komisyon bile Türkiye’nin bu
çabalarına anlayış gösterme ihtiyacını hissetmedi. Şimdi, bu da bir
fiyasko, üçüncü fiyasko geliyor, değerli arkadaşlarım. Üçüncü fiyasko
anayasa fiyaskosudur. İnşallah, bu olacak ve Türkiye için de olağanüstü
önemli olacak. Bakın bir defa bu anayasa değişikliğinin Türkiye’nin
anayasa özlemine ihtiyaç vermediği açıktır. Bu anayasa değişikliğinin
AKP’nin kendi sıkıntısını, kendi derdini, kendi hastalığını rahatlatmak
için ortaya attığı bir iş olduğu, bir AKP projesi olduğu, bir AKP
imalatı olduğu çok açıktır. Türkiye ile ilgisi yok, milletle ilgisi
yok, AKP’nin kendi işi. Niye AKP bu telaş içinde? Değerli arkadaşlarım,
AKP’nin iktidar dönemi bitiyor, AKP, artık muhalefete yönelmeye
başladı. Sık sık söylüyorum, Abbas yolcudur, yolcu. (Alkışlar) Bu,
artık onların da hesabını yapmaya başladığı bir tablo oldu. 550
milletvekili var, 600’den fazla dosya Mecliste. Boyuna söylüyoruz,
Tekeldeki 292 milyon dolarlık satış nasıl 900 milyon dolara devredildi,
Telekom nasıl yıllık kârıyla taksitini ödeyerek birtakım dostlara
devredildi? Telekom satıldıktan sonra nasıl Kurumlar Vergisi üçte
1indirildi ve yüz trilyonlarca lira birilerine, bilmiyorum, teslim
edildi? Bunların hesabı sorulmayacak mı? Bunların hesabı nerede
sorulacak? 19 üyesi cumhurbaşkanı tarafından atanacak, 3 üyesini de
AKP’nin seçeceği anayasa mahkemesinde bunlar konuşulacak, açık değil mi
değerli arkadaşlarım? Yarının Yüce Divanı hazırlanıyor dersem yanlış
bir şey mi söylemiş olurum? (Alkışlar) Yani siyaset böyle. İktidarla
her şey bitmiyor. İktidar var, muhalefet var; muhalefete düştüğün zaman
hukuk yine var, var da o hukukun sözünü benim adamlarım söylesin,
şimdiki mücadele budur. Hukuku, beni yargılayacak olan mahkemeyi ben
şimdi oluşturayım telaşıdır bu değerli arkadaşlarım. Bunun görmezlikten
gelinecek, inkâr edilecek hiçbir tarafı yoktur, çok açık. Siz bakmayın
onun etrafındaki koroya, o koro bağırıyor çağırıyor oydu, buydu diye,
işin gerçeği budur, çok açık budur. Millet de bunu görüyor, millete hep
beraber bunu göstereceğiz.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi, AKP bunun için yapıyor bu işi. Kendi çıkarı için,
milletin çıkarı için değil, kendi hesabı için, kendi ihtiyacı için
yapıyor, kendini güvence altına almak için yapıyor. Hâkimler Savcılar
Yüksek Kurulu, bütün önemli mahkemelerin nasıl oluşacağını
belirleyecek. Özel yetkili mahkemeler var, DGM mahkemeleri devam
ediyor. Onları kim tayin ediyor? Onları kontrol altına alacağız, kritik
mahkemeleri bizim anlayışımıza göre şekillendireceğiz. Değerli
arkadaşlarım, bu işin içinde particilik yoktur diye düşünmek, Allah
aşkına, Türkiye gerçeğini bilen insanlar olarak aklınıza yatıyor mu?
Yani bu yapılmak istenen anayasa mahkemesini ve HSYK’yı RTÜK’e
çevirmektir, YÖK’e çevirmektir. Anayasa mahkemesi YÖK gibi olacak, RTÜK
gibi olacak… RTÜK bile hiç olmazsa muhalefetin, azınlık dahi olsa bir
temsili var orada, anayasa mahkemesinde o da olmayacak, yani tablo bu.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu değişiklik anayasaya aykırıdır.
Anayasamızın temel değiştirilemez maddelerine aykırıdır. Çünkü bizim
anayasamız, anayasamızın, devlet düzenimizin demokratik, laik, sosyal
bir hukuk devleti olmasını öngörmüştür. (Alkışlar) Bir hukuk devletinde
yargı bağımsızdır. Yargı bağımsızlığı bizim anayasal düzenimizin
olmazsa olmazıdır, özüdür. Siz yargı bağımsızlığınızı kendi siyasi
partizanlarınıza, yandaşlarınıza anayasa mahkemesini, Hâkimler Savcılar
Yüksek Kuruluna emanet ederek ortadan kaldırırsanız, anayasanın bu
temel ilkesini ihlal etmiş olursunuz. Bu, bizim bir siyasi parti olarak
partisel görüşümüz değildir. Bakınız bu konuda bu memleketin dikkatle
izlenmesi gereken bütün ciddi hukuk çevreleri anlayışlarını ifade
etmişlerdir. Önce anayasa mahkemesinin başkanı, hatırlayınız, bir süre
önce çıkıp demiştir ki, “Ben yaptım oldu olmaz. Mutabakat tesis edin.
Yoksa bu iş bizim önümüze gelir.” Önüne geldiği zaman ne olacağını
söylememiştir ama arif olan da anlamalıdır. “Yoksa bu iş bizim önümüze
gelir. Mutabakatla yapın, anlaşın” demiştir. Daha ne söylesin. Daha
dün, Sayın Cumhurbaşkanı, eski Anayasa Mahkemesi Başkanları, yargı
kurullarının eski sayın başkanları ve bazı kişileri, hukukçuları, bu
işle ilgili insanları çağırdı, birlikte konuştular. Çıkarken eski
Anayasa Mahkemesi Başkanı “kanaatimce, bu Anayasaya aykırı olarak
değerlendirilir ve iptal edilir” dedi. Yargıtay’ın başkanı ve
Yargıtay’ın Daire Başkanları “Bu teşebbüs anayasaya aykırıdır” dedi.
Yetkili merciler onlar değil ama onlar da bu memleketin hukukçuları. Bu
memleketin bu işle ilgili anayasa hukukçuları, anayasa mahkemesinin
geçmiş kararlarını inceleyen, değerlendiren insanlar diyorlar ki,
“gelir. Şu ana kadarki anayasa mahkemesi içtihadı bunun oraya gelmesini
öngörüyor, gelir” diyorlar.
Şimdi,
değerli arkadaşlarım, bu olayın anayasa mahkemesine gelmesi hâlinde
anayasaya aykırı bir girişim olarak değerlendirilmesi bir ihtimaldir,
dikkate alınması gereken bir ihtimaldir. Tabii siz bu ihtimali bertaraf
etmek için anayasa mahkemesinin yapısına daha şimdiden çeşitli
yöntemlerle müdahale ederseniz, demin bir tanesini konuştuk, müsteşar
yardımcılığından anayasa mahkemesine üyelik transferleri yaparsanız, ya
da boşalan üyeliklerle ilgili olarak atamaları zamanında yapmaktan
kaçınırsanız, anayasa mahkemesinin yapısını ben kendi hesabıma göre
şekillendiririm diye düşünüyorsanız ona benim aklım ermez, onu bilemem,
o konuda bir şey söyleyemem, biz hukukuna bakarak konuşuyoruz. İşin
hukukuna baktığınız zaman bu girişimin anayasanın özüne aykırı bir
girişim olarak mahkeme tarafından değerlendirilmesi olasılığı vardır.
Değerli arkadaşlarım, böyle bir olasılık sıradan bir anayasa
mahkemesinin herhangi bir yasayı anayasaya aykırı bulması olayını akla
getirmemelidir. Bir yasa anayasaya aykırı yapılmışsa Anayasa Mahkemesi
onu tespit eder ve bu tespitin yaptırımı, müeyyidesi o yasanın
yürürlüğe girememesidir. Anayasaya aykırıdır der anayasa mahkemesi
aykırı olan yasayı yürürlüğe koymaz ama anayasaya aykırı bir anayasayı
değiştirme girişimi bilerek yapılıyorsa, anayasayı özünü değiştirme
iddiasıyla bilerek, göze alınarak yapılıyorsa… “Risk alıyoruz”
diyorlar. Ne demek o risk? Ne demek risk, ne demek risk almak, neyin
riskini alıyorsun? Yani yaptığın yasalar kabul edilir edilmez, burada
risk lafını akla getirecek bir şey yok. “Gövdemizi bu işin altına
koyuyoruz” ne demek bunlar, bunlar ne demek? Bunların her birisi bu
girişimin çok sakıncalı gelişmelere yol açabileceğini biliyoruz, hesaba
katıyoruz, öngörüyoruz, talep ediyoruz anlamına gelmektedir. Diyor ki,
Biz, anayasayı evet, değiştirilemez diye düşündüğünüz yönleriyle de
değiştirmeye teşebbüs ediyoruz. Peki, bu teşebbüs Anayasa Mahkemesi
tarafından, ona bir dışarıdan müdahale olmadığı, hukuk işlediği zaman
tespit edilirse, hükme bağlanırsa, sizin anayasayı ihlale teşebbüsten
mahkûm olmanız sonucu ortaya çıkar ise…(Alkışlar) …bunun anlamı nedir?
Bu, bir yasa anayasaya aykırıymış yürürlüğe koymayacağız ile bitecek
bir konu değildir, başka bir olaydır. Bunun çok vahim sonuçları olur.
Öyle anlaşılıyor ki bu girişimi yapanlar o vahim sonuçları da
öngörmüşlerdir. O vahim gelişmeleri de içlerine sindirmişlerdir, hatta
belki onu talep etmektedirler. İşte bu çok önemli bir noktadır. Bütün
milletimizin bu oyunu görmesini istiyorum. (Alkışlar) Yani “Risk
alıyoruz, kimsenin göze alamadığı riski alıyoruz” söylemi, bu
yaptıkları girişimin anlamının farkında olduklarını ortaya koymaktadır.
Peki, onlar risk alıyorsa, biz de teslim olalım bari. Biz de teslim
olalım, Türkiye’yi de emanet ediverelim, hukuku da emanet edelim,
adaleti de emanet edelim, anayasaya mahkemesi sana kurban olsun
diyelim, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu sana feda olsun diyelim,
Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk Cumhuriyeti sana feda olsun diyelim, öyle
mi? (Alkışlar) Olay buraya geliyor değerli arkadaşlarım. Şimdi, o
nedenle ben diyorum ki iktidar, bu konuya yeniden soğukkanlı bir
şekilde yaklaşmalıdır. Bu konu Türkiye’yi çok sıkıntıya sokacaktır, çok
üzecektir, çok büyük rahatsızlıklar yaratacaktır, çok üzüntüler, çok
ıstıraplar yaşanacaktır ve şimdi bu başlatılan girişim bu sürecin
sorumluluğunu alma girişimidir ve bu yanlıştır. Türkiye’yi böyle bir
zorlamadan uzak tutmak lazımdır. Mümkünse AKP yönetimi bu yanlışa dur
demelidir. Eğer AKP yönetimi bu yanlışa dur demezse, AKP
milletvekilleri, onların içinde sağduyulu, vatansever, ülkeyi bu
çalkantılara, bu acılara sürüklemeyecek duyarlılıktaki insanlar bu
teşebbüse alet olmamalıdır. Bu işin dışında kalmayı başarabilmelidir.
Bunu yaparlarsa hem Türkiye’ye hem partilerine hem de kendilerine en
büyük hizmeti yapmış olurlar. Umarım bu bir ihtimal olarak ortadadır.
Bunu değerlendirecek olan insanlar gerçekten tarihi bir görev yapmış
olacaklardır. Eğer bu giriş orada tutulmazsa, o zaman Anayasa
Mahkemesi, umarım yapısını bozma teşebbüsleri amacına ulaşamaz. Hukuk
bilinci, hukuk sorumluluğu işlemeye devam eder ve Anayasa Mahkemesi bu
konuda ülkenin, hukuk devletinin kendisini savunma hakkını doğru
biçimde kullanır. Eğer bu engeller aşılır ise, o zaman umut ediyorum,
diliyorum, milletimiz önüne gelecek olan bu düzenlemeyi hak ettiği
şekilde değerlendirir. Hepimiz de bunun için çalışacağız. Zaten bundan
korktukları içindir ki, dikkat ediniz, 26 madde idi, 23 konu, 3 geçici
madde, bunları teker teker halkoyuna sunun dediğimiz zaman, “Hayır,
hepsini birlikte halkoyuna sunacağız” dediler. Yani düşünün değerli
arkadaşlarım, karşınızdaki insana 23 soru soracaksınız ama diyeceksiniz
ki, bir tek hakkın var. Ya, 23 soru sordun, 1 soru sor, cevabını
vereyim. Hayır, ben 23’ünü okuyacağım, şimdi sen söyle, evet mi, hayır
mı? Yani cümleyle cevap vermek de yok. Şu şöyle ama bu böyle falan o da
yok, bir tek hakkın var, evet mi, hayır mı? Soru ne? 23 soru. Soruların
birbiriyle alakası var mı? Hiç alakası yok. Birbiriyle hiç alakası
olmayan 23 soru, bir tek evet ya da hayır. Yani şimdi, değerli
arkadaşlarım, bunda hukuk var mı? Bunda akıl var mı? Bunda mantık var
mı? Bunda adalet var mı? Vicdan var mı? Demokrasi var mı bunda?
Başbakan diyor ki, “Bunu vekiller zaten düşündü, hepsi bir araya
getirdi” diyor. Vekiller ayrı ayrı düşünmüşler. Yani bırak, vekiller
düşünmüş, asıl da düşünüversin. Milletvekilleri düşünmüş, milletin
kendisi de bir düşünüversin, ne korkuyorsun milletten? (Alkışlar) Bu
soruları sen millete sormaktan niye korkuyorsun, niye kaçıyorsun? Bu
kaçışın senin demokrasinin gereği mi? Millete saygının gereği mi? Halka
saygının gereği mi, milli iradeye saygının gereği mi? Var mı böyle bir
uygulama? Bak, İsviçre’de referandum yaptılar, sadece bir soru
sordular: “Camilere evet mi, hayır mı?” o kadar, başka bir şey yok.
Yani dünyanın her yerinde referandumlar böyle gider. Venedik komisyonu,
Venedik komisyonu diyorlar. Venedik komisyonunun üstünde en çok durduğu
noktalardan birisi bu, referandumlarda mutlaka birbiriyle ilgisi
olmayan konular ayrı ayrı referanduma sunulmalıdır. Ne oldu? İşine
geldiği zaman Venedik, işine geldiği zaman İstanbul, işine geldiği
zaman Ankara… Değerli arkadaşlarım, böyle şey olmaz ki. Bunlar
aldatmaca, samimiyetsizlik, baştan aşağı samimiyetsizlik. Şimdi, bunu
millete sunacaklar. Millet ne yapacak? 23 soru, evet mi, hayır mı?
Millet diyecek ki, bu kadar oyun, bu kadar tertip, bu kadar düzen
oluşturarak, benim gerçek meselelerimi bir tarafa bırakarak, mahkemeden
kaçmak için, Yüce Divanda hesap verme korkusundan kurtulmak için,
hesabını vermedikleri yolsuzluk dosyalarını örtbas etmek için mahkemeyi
ele geçirmeye teşebbüs eden AKP’ye hayır diyecektir. (Alkışlar)
Evet,
değerli arkadaşlarım, inşallah önümüzdeki referanduma kalmadan bu iş
halledilir, referanduma kalırsa da milletimiz bu girişim hakkında
gerekeni yapar. AKP freni patlamış bir kamyon gibi milletin üstüne
doğru yuvarlanıyor. Bakın bir süre önce söylemiştim. Masayı devirmeye
çalışıyorlar diye. Masada hesabı ödememek için kavga çıkarıyorlar
demiştim, hatırlayacaksınız.
|